23 – 29 Nisan 2012
Geçen sene başlattığımız ve bu sene artık gelenekselleşen! motosikletle Hillside Beach Club gezisi için, Bukefalos’a yine Ege yolları görünmüştü. Geziden önce motor grubuma mesaj attım. Alp her zaman olduğu gibi hemen evet dedi. Selçuk Bertan Iron Man olduğundan günlük gidilen mesafeyi kısa buldu. Eğer Iron Butt (1 günde 1000 mil) tarzı bir sürüş yaparsak onu arayacağız. Selçuk Ağabey o tarihlerde Güney Afrika’da motor turuna gidiyormuş. “Ha ha Kayıcığım biz Cape Town’da teker döndüreceğiz, paranız yoksa vereyim siz de oraya gelin” tarzında bir yaklaşımda bulundu. Ali Ağabey son ana kadar gelmeye hevesliydi ama Fenerbahçe UEFA kupasında yarı finale kalınca D-Smart Spor Koordinatörü olarak Kadıköy’deki maça gitmesi gerekti. Yılın sürprizi ise Batu’dan geldi. Daha 3 hafta önce evlenmesine rağmen geziye o da katılacağını söyledi. Tabi ben ve Alp hatta bütün Hillside camiası bir yerde satış olacağını düşünüyordu. Yenikapı feribotunda görmeden inanmayız. Ama otelleri neyin hep Batu’ya göre ayarladık.
23 Nisan, Salı
Bir bayram sabahı erkenden yola koyuldum. Ne zamandır kötü giden havalar da şansımıza bugün dönmüştü. İlk sürprizi buluşma noktasında Alp’i beni beklerken görünce yaşadım. Köprüyü geçip Beşiktaş’tan sahile indik. Yenikapı feribotu saat yedide kalkacaktı. Biz yirmi dakika önce iskeleye ulaştık. Batu’dan ses seda yoktu. Acaba, macama derken üçüncü R1200 GS de iskeleye geldi. Belki Voltran’ı oluşturamadık ama 23 Nisan’ın havasına uygun şekilde üç atlı, akınlarda çocuklar gibi şen şeklinde feribottaki yerimizi aldık.
Feribotta klasik motorcu geyikleri döndü. Batu’nun yeni sis farları ve gündüz led farı oldukça beğeni topladı. Diğer yandan kasklar arası bluetooth bağlantısı kurma çalışmaları sonuçsuz kaldı. Bende öyle bir kask interkom cihazı olmadığından onları uzaktan takip etmekle yetindim.
Saat dokuzda Bandırma’ya ulaşmıştık. Bizi geçen senenin aksine güzel bir güneş karşıladı. İlk molamızı Susurluk Yasa tesislerinde verdik. Alp peynirli, zeytinli mükellef bir kahvaltı isteğinde bulundu. Ama kahvaltı testi geçemedi. Peynirler de gelen sucuklu yumurta ve menemen de zayıftı. Güzel olanlar ise klasik susurluk tostu ve ayranıydı. Yani buralarda macera aramanın bir manası yok. Tostunu ye, ayranını iç yola devam et.
Susurluk’tan İzmir’e kadar mola vermeden yol aldık. Alp’in benzin azalınca Shell’e girdik. Niye Shell yazıp reklam yapıyorum? Alp motora taşıt tanıma almış. O yüzden bu yolculukta bütün benzin molalarımızı Shell istasyonlarında verdik. Saatin ilerlemesiyle hava da oldukça ısınmıştı. Aslında benim şikayetim yok ama diğer arkadaşlar alt-üst içlik giydiklerinden hafiften yanmaya başlamışlardı. Batu, Mars Entertainment Group’ta çalışıyor ve bütün Cinemaximum sinemaları ona bağlı. (Bu kadar reklamdan sonra bir kaç bilet yollar artık bana:) Bize Bornova Forum Alışveriş Merkezine gitmeyi teklif etti. Hem sinemayı denetleyecek hem de ferah bir ortamda içlikleri çıkaracaktık.
Alışveriş merkezinde yaklaşık bir buçuk saat kaldık. Yemek içini ise Selçuk’ta halletmeye karar verdik. Vermez olaydık.
Manzaralı yollardan Selçuk’a ulaştık. İlk durak Yandım Çavuş Tesisleri. Adet olduğu üzere çöp şiş ve ayran siparişi verdik. Batu’nun gazına gelip adam başı 4 porsiyon çöp şiş yedik. Adam ekmeksiz löp löp yiyor şişleri. Biz Alp ile ikinci çöple uğraşırken bunu karşımızda yalanırken buluyoruz. Tüm gezi boyunca en kabarık hesap burada geldi. Bir porsiyon çöp şiş 15 TL. Kaç gram geliyor acaba o porsiyon. Turistik yer diye mi bu fiyatlar bilemedik. Ama daha ucuza Bayramoğlu’nda ya da Celal Usta’da döner yemeyi tercih ederdim. Söylene söylene tekrar motorlara bindik. İlk hedefimiz Artemis Tapınağı.
EFES – SELÇUK
Efesin Tarihçesi
İzmir İli Selçuk İlçesi sınırları içindeki antik Efes kentinin ilk kuruluşu M.Ö. 6000 yıllarına, Neolitik Dönem olarak adlandırılan Cilalı Taş Devri’ne kadar inmektedir. Son yıllarda yapılan araştırmalar ve kazılarda Efes çevresindeki höyükler (tarih öncesi tepe yerleşimleri) ve kalenin bulunduğu Ayasuluk Tepesi’nde Tunç çağları ve Hittitlere ait yerleşimler saptanmıştır. Hititler Dönemi’nde kentin adı Apasas’tır. M.Ö. 1050 yıllarında Yunanistan’dan gelen göçmenlerin de yaşamaya başladığı liman kenti Efes, M.Ö. 560 yılında Artemis Tapınağı çevresine taşınmıştır. Bugün gezilen Efes ise, Büyük İskender’in generallerinden Lysimakhos tarafından M.Ö. 300 yıllarında kurulmuştur. Hellenistik ve Roma çağlarında en görkemli dönemlerini yaşayan Efes, Asya eyaletinin başkenti ve en büyük liman kenti olarak 200.000 kişilik nüfusa sahipti. Efes, Bizans Çağında tekrar yer değiştirmiş ve ilk kez kurulduğu Selçuk’taki Ayasuluk Tepesi’ne gelmiştir. 1330 yılında Türkler tarafından alınan ve Aydınoğulları’nın merkezi olan Ayasuluk, 16.Yüzyıl’dan itibaren giderek küçülmeye başlamış, 1923 yılında Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonra Selçuk adını almış ve bugün 30.000 kişilik nüfusa sahip turistik bir yerdir.
Efes
Antik dünyanın en önemli merkezlerinden biri olan Efes, İ.Ö. 4.bine dek giden tarihi boyunca uygarlık, bilim, kültür ve sanat alanlarında her zaman önemli rol oynamıştır. Doğu ile Batı (Asya ve Avrupa) arasında başlıca kapı durumunda olan Efes önemli bir liman kenti idi. Bu konumu Efes’in çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Devrinde Asia eyaletinin başkenti olmasını sağlamıştır. Ancak, Efes antik çağdaki önemini yalnızca büyük bir ticaret merkezi olarak gelişmesini ve başkent oluşuna borçlu değildir. Anadolu’nun eski anatanrıça (Kybele) geleneğine dayalı Artemis kültünün en büyük tapınağı da Efes’de yer alır. Bu tapınak dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilir. Efes tarihi boyunca birçok kez yer değiştirdiğinden kalıntıları geniş bir alana yayılır. Yaklaşık 8 km²lik bir alana yayılan bu kalıntılar içinde kazı-restorasyon ve düzenleme çalışmaları yapılmış, ziyarete açık olan bölümlerdir.
1- Ayasuluk Tepesi (İ.Ö. 3. bine tarihlenen en erken yerleşim ile Bizans Devrine ait, Hıristiyanlık dünyası için büyük önem taşıyan St. Jean Kilisesi),
2- Artemision (İ.Ö. 9-4. yüzyıllara ait önemli bir dini merkez; dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı)
3- Efes (Arkaik-Klasik-Hellenistik-Roma ve Bizans Devri yerleşimi),
4- Selçuk (Selçuklu, Osmanlı Dönemi yerleşimi ve bu yerleşimi barındıran, bugün önemli bir turizm merkezi olan modern kent),
Artemis Tapınağı
Dünyanın yedi harikasından biridir. Antik dünyanın mermerden inşa edilmiş ilk tapınağıdır. Büyüklüğü, 105 x 50 m. ve ön cephesi diğer Artemis (Ana Tanrıça) tapınakları gibi batıya dönüktür.
Yedi Uyuyanlar
Bizans Döneminde mezar kilisesi haline getirilmiş olan bu yer, Geç Roma imparatorlarından Decius zamanında putperestlerin zulmünden kaçan yedi Hıristiyan gencin Panayır Dağı eteklerinde sığındıkları mağaradır.
Meryemana
İsa’nın annesi Meryemana, İsa öldükten sonra St. Jean ile birlikte Efes’e gelmiş ve hayatının son yıllarını burada yaşamıştır.
Magnesia Kapısı ve Doğu Gymnasionu
Efesin çevresindeki sur duvarlarının doğu kapısıdır. Yanında bulunan gymnasion, Roma Çağının okuludur.
Yukarı Agora ve Bazilika
İmparator Augustus tarafından inşa ettirilmiş, resmi toplantıların ve borsa işlemlerinin yapıldığı yerdir.
Odeion
Zamanında üzeri kapalı olan yapıda Kent Meclisi toplantıları yapılmış ve konserler verilmiştir. 1.400 kişilik kapasiteye sahiptir.
Prytaneion
Kentin ölümsüzlüğünü simgeleyen kent ateşinin hiç durmadan yandığı yerdir. Salonun çevresinde tanrı ve imparator heykelleri sıralanmıştı. Müzedeki Artemis heykelleri burada bulunmuş ve daha sonra müzeye getirilmiştir. Yanındaki yapılar kentin resmi misafirlerine ayrılmıştı.
Domitianus Meydanı
Meydanın güneyinde, teras üzerinde İmparator Domitianus adına Efesliler tarafından yaptırılmış büyük bir tapınak ve altında Efes yazıtlar galerisi vardır. Doğuda Pollio Çeşmesi ve olasılıkla hastane yapısı, kuzeyinde cadde üzerinde Memnius Anıtı yer alır.
Herakles Kapısı
Roma Çağı sonlarında yaptırılmış olan bu kapı Kuretler Caddesi’ni yaya yolu haline getirmiştir. Ön cephesinde Kuvvet Tanrısı Herakles kabartmaları dolayısıyla bu ismi almıştır.
Traianus Çeşmesi
Cadde üzerindeki iki katlı anıtlardan biridir. Ortada duran İmparator Trainus’un heykelinin ayağı altında görülen küre dünyayı simgeler.
Yamaç Evler
Teraslar üzerine inşa edilmiş olan çok katlı evlerde kentin zenginleri oturuyordu. Evlerin tabanlarında mozaikler, duvarlarında mermer kaplama ve freskler vardır.
Hamam ve Umumi Tuvalet
Romalıların en önemli sosyal yapılarındandır. Soğuk, ılık ve sıcak kısımlar vardır. Bizans Çağında tamir görmüştür. Ortasında havuz olan umumi tuvalet yapısı, aynı zamanda toplanma yeri olarak da kullanılmıştır.
Hadrianus Tapınağı
İmparator Hadrianus adına, anıt tapınak olarak inşa ettirilmiştir. Korinth düzenlidir ve frizlerinde Efes’in kuruluş efsanesi işlenmiştir.
Oktogon
Kleopatra’nın kız kardeşine ait anıtsal bir mezardır.
Heroon
Efes’in efsanevi kurucusu Androklos adına yaptırılmış bir çeşme yapısıdır. Ön kısmı Bizans Döneminde değiştirilmiştir.
Celcus Kütüphanesi
Hem kütüphane, hem de mezar anıtı görevini üstlenmiştir. Kitap ruloları, yapı içerisinde, duvarlardaki nişlerde saklanıyordu. Cephesi 1970-1980 yılları arasında restore edilmiştir.
Agora Güney Kapısı
Kütüphaneden önce, İmparator Augustus zamanında inşa edilmiştir.
Mermer Cadde
Kütüphane meydanından tiyatroya kadar uzanan caddedir.
Agora
110 x 110 m. boyutlarında ortası açık, çevresi portikler ve dükkanlarla çevrilidir. Kentin ticari ve kültürel merkeziydi.
Büyük Tiyatro
24.000 kişilik kapasiteyle antik dünyanın en büyük tiyatrosudur. Çok süslü ve üç katlı sahne binası tamamen yıkılmıştır. Oturma basamakları üç bölümlüdür.
Liman Caddesi
Efes kentinin limana bağlantısını sağlıyordu. 600 m. uzunluktaki cadde üzerine kentin Hıristiyanlık Döneminde anıtlar yapılmıştır.
Tiyatro Gymnasionu
Hem okul ve hem de hamam işlevine sahip büyük yapının avlu kısmı açıktadır. Burada tiyatroya ait mermer parçalar restorasyon amacıyla sıralanmıştır.
Liman Hamamı
Liman Caddesinin sonundaki büyük yapılar grubudur. Bir bölümü kazılmıştır.
Kaynak: www.kulturvarliklari.gov.tr
Efes Harabelerini akşam üstü oldukça güzel bir saatte gezdik. Ben girişte 30 TL’ye müze kart aldım. Alp ve Batu ise İş Bankası Kredi Kartlarını kullandılar. Alp kimliğini motorda bıraktığı için gişe-motor arasında ek sefer yaptı. Bu bölgeyi Avusturyalı arkeologlar kazmışlar. Açıklama yazılarında Almanca da yazıyor. Batu’nun oflayıp puflamalarına aldırmadan ören yerinin tamamına yakın bölümünü gezdik. Ben gelmeden önce internetten NTV’nin bu yöreyle ilgili çektiği belgeseli izlemiştim. Oldukça yararı oldu. Tavsiyem burada ya rehberlik hizmeti alın ya da iyice okuyup, seyredip bilgi sahibi olup öyle gezin. Ben arkadaşlara elimden geldiğince bildiklerimi aktardım. Tabi Batu bitmeyen telefon görüşmeleri nedeniyle ören yerini ne kadar gördü, ne kadar beni dinledi orası muamma.
Harabelerin çıkışında sepetli bir Moto Guzzi görünce dayanamayıp fotoğrafını çektim. Sahibi elli beş altmış yaşlarında bir İtalyan. Selamlaşıp motorlara atladık. Alp ve Batu navigasyonlarına Kuşadası otelimiz olan Villa Konak’ın adresini girdiler. Üç navigasyon bizi üç farklı rotadan götürmek isteyince grupta çalkalanmalar oldu. Nihayetinde üç farklı yoldan butik otelimize giriş yaptık. Sağ olsunlar bizim atları avluya kadar aldılar. Bu arada Batu anahtarını kaybetti. Ben onları o halde bırakıp tek başıma odaya kuruldum. Evli gençleri de diğer odaya yönlendirdim :). Üzerimizdeki motor kıyafetlerinden kurtulup, duşları aldıktan sonra hafiflemiş ve tazelenmiş olarak kendimizi sokaklara attık. Akşam oynanacak olan Bayern – Barcelona Şampiyonlar ligi yarı final maçı için mekan aramaya başladık. Sezon yeni yeni açıldığından mekanlar hep boştu. Sonunda bir yere girip TV’nin karşısına kurulduk. Bayern maça fırtına gibi girdi. 3-0 olduktan sonra biz yol yorgunu olduğumuz için kalktık. Zaten yediğimiz yemek de çok zayıftı. Nedense bugün bütün öğünler bir motor gezisi için felaketti.
24 Nisan, Çarşamba
Sıcak ve güneşli bir Ege sabahına uyandım. Bizimkiler henüz uyanmamıştı. Mesaj atıp avluya çıktım. Kaldığımız butik otel oldukça şirin ve temizdi. Bu kadarını ummuyordum açıkçası. Avlu’ya inip Bukefalos’un karşısındaki sedire oturdum. Güneşlenirken bir yandan da NBA maç sonuçlarına bakıyordum. Az sonra ekibin kalanı da bana katıldı. Havuz başına gidip kendimizi mükellef bir kahvaltı sofrası donattık.
Kahvaltıdan sonra tekrar yola koyulduk. Benim planım Söke üzerinde Milas yoluna sapmak ve manzaralı yollardan gitmekti. Batu önden gidiyordu ve navigasyonuna uyup Söke’de Aydın istikametine döndü. Ben yetişip durdurdum. Biraz hoşbeşten sonra geri dönmeyip devam etmeye karar verdik. Batu önde gitmeyi Akyaka’ya 15km kalana kadar sürdürdü. Yolu güzel bulunca gazı da biraz açtı. Alp arkalarda kalmaya başlamıştı. En sonunda Shell’i görünce el ettim girelim diye ama Batu anlamadı. Ben durdum, Alp durdu Batu da 1km ötede durdu. Yanımıza gelip neden durduk az kalmıştı zaten deyince Alp meramını uygun bir dille arkadaşa anlattı. Hem atlarımızın susuzluğunu hem de kendi susuzluğumuzu dindirip bir kaç telefon görüşmesinden sonra tekrar yola koyulduk.
Gökova’ya inen sert virajların birinde manzara molası verdikten sonra Akyaka’ya girdik. Amacımız geçen sene olduğu gibi Doruk’un oteline uğrayıp bir merhaba demekti. Doruk bizi görünce çok sevindi. Tam bir sene sonra yeniden buluşmuştuk. Arayı kapatmak için biraz sohbet ettikten sonra hep beraber Azmak Mevkiine balık yemeye gittik. Bu arada Batu, Facebook’a koyduğu bütün fotoğraflarda Ali Ağabeyi de etiketliyor. Kalbimizdesin Ali Ağabey :). Mezeydi, balıktı, sohbetti derken saat epey ilerledi. Yolcu yolunda gerek diyerek Doruk ile vedalaşıp Marmaris’e doğru gaz açtık.
Alp, Datça yolunu merak ediyordu. Ben de Acer’e geç kalmak istemiyordum. Adam bizim için bir gün önce Marmaris’e gelip oteli hazırladı. Batu da Datça diye sayıklıyordu. Saat altıya doğru Marmaris’e girdik. Ben Buke’nin kafasını Datça yoluna doğru çevirdim. Geçen sene de vakit olmadığından buralara gelememiştik. Datça yolunda yaklaşık 40km kadar sürdükten sonra Datça’ya gitmeden geri döndük. Batu yolu beğenmemiş, söyleniyordu. Evet asfalt kalitesi belki güzel değil ama manzaraya değdi bence. Ha durup bir manzara fotoğrafı çekemedik o ayrı.
İçmeler sapağından girip dağ yolundan İçmeler’e giriş yaptık. Acer bizi otelin önünde karşıladı. Motorları otele park edip odalarımıza yerleştik. Duşlarımızı alıp akşam yemeği için hazırlandık. Acer bizi çok sevdiği balık lokantasına, Münir’in Yeri: Yörük Ayran’a, götürecekti. Hep beraber Acer’in annesinin arabaya doluştuk. Acer ehliyeti kaptırdığı için direksiyona Batu geçti. Lokantanın önüne geldiğimizde bizi bir sürpriz bekliyordu. Lokantanın yerinde yeller esiyordu. Yerine üç katlı bir bina inşa ediliyordu. Acer şokta tabi. İnip çevredeki esnafa lokantayı sordu. Kapandığını öğrenince çok üzüldü. Menümüzü değiştirip marinaya, et yemeye O’yes lokantasına gittik. Bu arada Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turunun 24 Nisan ayağının finişi Marmaris’te yapılmış. Yolların bazıları kapalıydı. Ben de bu finişi kaçırdığıma üzüldüm. Güzel bir yemek yedik. Dünün aksine bugün kahvaltı, öğle ve akşam yemekleri gezinin şanına yakışır cinstendi. Real Madrid – Dortmund Şampiyonlar Ligi yarı final maçını da burada seyrettik. Almanlar dün olduğu gibi bugün de İspanyollara 4 attı. Sanırım futbolda mevsim dönüyor.
25 Nisan, Perşembe
Yataktan saat yediye doğru zıpkın gibi kalktım. Acer çoktan yola koyulmuştu. Ehliyet meselesinden dolayı Beach Club’a şoförle gitti. Bu yüzden Selimiye kahvaltı etkinliğine geçen sene olduğu gibi yine katılamadı. Bizim ekip hazır olunca saat sekiz gibi yola koyulduk. Arka dağ yolundan gidip Bayır Köyü’nden sahile indik. Bol manzaralı, bol virajlı yollardan geçip Selimiye’ye ulaştık. Ben kahvaltı edeceğimiz Sardunya’nın yerini şaşırınca arkadaşları bir okulun bahçesine soktum. Tabi bu olay yüzünden yine dillere düşeceğim. Neymiş daha öncede çamaşırhaneye sokmuşum. Yeni yerler görüyorsunuz işte fena mı?
Ve işte yine Selimiye Sardunya’dayız. Burayı tek kelimeyle ifade etmemi isterseniz “huzur” derdim. Bu manzaraya karşı kahvaltı keyfini ancak bu manzaraya karşı akşam yemeği geçebilir :). Taze kaşar haricinde kahvaltımız çok başarılıydı. Onun yerine eski kaşar verseler tam olacak. Bu arada bizim interkom çetesi hala kendi aralarında konuşamıyorlar. Bana bir el at dediler ama tatildeyim. Çok sıkışırsanız telefon edin birbirinize. Kahvaltıdan sonra Ali Ağabeyi etiketleyip yeniden yola koyulduk. Hedef Hillside Beach Club.
Marmaris – Dalaman arasında yol çalışmaları var. Yol çoğu zaman tek şeride düşüyor. Güneş de tepemizde boza pişiriyordu. Batu’nun termometresine göre 34 dereceyi görmüşüz. Tatlı bir tempo tutturup öğlen yemeğine Beach Club’a yetiştik. Kalemya Koyuna tepeden bakan odama yerleşip duş aldıktan sonra bizim Trio tayfasının yanına indim. Bu sene geçen seneden eksiklerimiz var. Bülent Ağabey ve taze baba Ersoy gelemediler. Bakalım plaj voleyboluna iki takım kurabilecek miyiz? Neyse ki yarın Didemim ve Ali Ağabey geliyor.
26 Nisan, Cuma
Sabah oldukça erken uyandım. Güneş Kalemya Koyuna yeni doğuyordu. Didemim bugün görevli olarak Zumba yapmaya Beach Club’a gelecek. Fotoğraf makinemi alıp Hillside Beach Club’ı fotoğraflamaya çıktım. Saat henüz sekize geliyordu ama tenis kortları doluydu. Silent Beach’in iskelesinde de yoga yapıyorlardı. Tatilde spor yapmaktan hoşlananlar için Beach Club biçilmiş kaftan. Yalnız bize bu sefer bir yamuk yaptılar. Basket sahasını bakıma almışlar. Bizim grup, başta basket ayakkabılarını ve kıyafetlerini motor çantasında taşıyan ben olmak üzere, hayal kırıklığına uğradı. Keşke tesiste şöyle çalışmalar var diye bilgi atsalardı ya da daha güzeli kış döneminde tesis kapalıyken bu saha işini halletselerdi.
Güzel güzel fotoğraflar çekerken telefonum çaldı. Didem ve Zumba çetesi Fethiye’ye girmişler. Ben de resepsiyona doğru yola koyuldum. Oldukça fazla merdiven inip çıktığımdan sabah sporunu da bu vesileyle yapmış oldum. Resepsiyona vardığımda Didemler henüz gelmemişlerdi ama Ali Ağabey giriş yapıyordu. Kaptanı selamlayıp ayak üstü lafladık. Akşam oldukça geç yatmış. Gözlerinden uyku akıyordu ama aklında odaya gidip yatmaktan önce Kalemya Koyunun eşşiz manzarasında kendini serin suların kucağına bırakmak olduğunu görebiliyordum.
Biraz sonra Didem ve Ecem de geldiler. Onların otel girişlerini yaptıktan sonra beraber kahvaltı yaptık. Kahvaltı sonrası sahilde Ali Ağabeyi görünce hemen fotoğraf makineme sarıldım. Güzel pozlar verdi kaptan sağ olsun. Onunla oynayacağım plaj voleybolu için şimdiden heyecanlanıyorum. Bu arada tanımayanlar için bir dip not düşeyim burada. Ali İsmet Ural Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük hentbolcülerden biridir. Yaşadığı bir çok başarının yanında Avrupa Gol Kralı da olmuştur.
Didem’i odasına bırakıp kendi odama döndüm. Plaj kıyafetlerimi giyip sahile indim. Hava da su da geçen seneye göre daha sıcaktı. Ali Ağabeyin de aramıza katılmasıyla voleybol şenlikleri başladı. Bu arada bir de turnuvaya katılıp şampiyon olduk. Ben Didem’in Zumbasını çekeceğim için son maçta yerimi Kemal’e verdim. Kameramı alıp dönene kadar final maçını oynayıp şip şak kazanmışlar. Ben ancak ödül törenine yetişebildim. Şampiyon takımı fotoğraflayıp Zumba alanına geçtim.
Güzel bir Zumba dersi oldu. Katılanlar oldukça eğlendi. Tek problem platformun oynak olmasıydı. Bir an Didem düşecek diye korktum. Bu arada video ve fotoğraf çekimlerinde ben de Amerika’dan aldığım yeni foto/video aksesuarlarımı sahada denemiş oldum. Özellikle geçen sene burada çok eksikliğini hissettiğim ND filtre videolarda çok işime yaradı.
28 Nisan, Pazar
Beach Club günleri deniz, güneş, yüzme, voleybol, güzel yemekler, akşam eğlenceleri şeklinde geçti. Ayrılma günü geldiğinde herkeste bir burukluk vardı. İkindi vakti üç atlı sevdiklerimizi, arkadaşlarımızı ve muhteşem Kamelya Koyu’nu arkamızda bırakıp dönüş yoluna koyulduk. Amacımız karanlığa kalmadan Denizli’ye ulaşmaktı. Nitekim rahat bir yolculuktan sonra güneç batmadan Denizli’ye ulaştık. İlk önce Forum Alışveriş Merkezine uğradık. Batu sinemayı denetlerken biz bir köşede bekledik.
Denetimden sonra tekrar yola koyulduk. Öncelikli hedefimiz karnımızı doyurmak. Pamukkale yolu üzerindeki lokantalardan birine daldık. Bizden başka kimse yoktu. Turizm mevsimi daha açılmamış. Tandır, köfte, çöp şişten oluşan akşam yemeğimiz fena değildi. Fiyatlar Selçuk ayarında ama lezzet bir tık daha iyiydi. Yine de fiyat/performans bana göre vasatı aşamadı.
Otele gitmeden önce Pamukkale’ye çıktık. Kuzey kapısı kapalıymış bizi güney kapısına yönlendirdiler. Orada da bir şey göremezsiniz, aydınlatma zayıf dediler. Bu gece konaklayacağımız Ayapam Boutique Hotele geldiğimizde saat on bire geliyordu. Bu arada buranın butik otelle yakından uzaktan alakası yok. Çirkin bir yapı, Kuşadası’ndan daha pahalı bir fiyat… Yarın uzun bir dönüş yolu bizi beklediğinden erkenden yattık.
29 Nisan, Pazartesi
Sabah sekizde ekibi kahvaltıda topladım. Tahmin ettiğimiz gibi oldukça kötü bir kahvaltı bizi bekliyordu. Dandik otel peyniri, pişmekten morarmış yumurta, un kalitesi yerlerde beyaz ekmek, paket reçeller… Hızlıca kahvaltı işini halledip Pamukkale’ye çıktık. Daha önce yaptığım gezilerde Pamukkale ve Hieropolis hakkında ansiklopedik bilgi vermediğimi fark ettim. Aşağıda yöre ile ilgili internetten derlediğim yazıları bulabilirsiniz.
UNESCO Dünya Miras Sözleşmesine 1983 yılında taraf olan ülkemiz, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nün sorumluluğu altında yürüttüğü çalışmalar sonucunda bugüne kadar Dünya Miras Listesine Ülkemiz sınırları içindeki dokuz yeri kayıt ettirmiştir. Bu yerlerden biri de 9.12.1988 tarih ve 485 sıra numaralı Pamukkale Örenyeridir.
Hierapolis I. Derece Arkeolojik ve Doğal Sit Alanı, gerek tarihi ve gerekse doğal özellikleriyle zengin bir kültür mirasına sahiptir. Uygarlığın beşiği olarak çok zengin bir kültürel ve tarihi mirasa sahip olan ülkemizin bu zenginliği, eşsiz doğal güzelliklerle de desteklenmektedir.
Kaynak: www.pamukkale.org.tr
Dünya Miras Listesi
Bütün insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal varlıkları dünyaya tanıtmak, toplumda söz konusu evrensel mirasa sahip çıkacak bilinci oluşturmak ve çeşitli sebeplerle bozulan, yok olan kültürel ve doğal değerlerin yaşatılması için gerekli işbirliğini sağlamak amacıyla UNESCO’nun 17 Ekim – 21 Kasım 1972 tarihleri arasında Paris’te toplanan 17. Genel Konferansı kapsamında, 16 Kasım 1972 tarihinde “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” kabul edilmiştir. 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla katılmamız uygun bulunan bu Sözleşme, 23.05.1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanarak, 14.02.1983 tarih ve 17959 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanmıştır.
Uluslararası önem taşıyan ve bu nedenle takdire ve korunmaya değer doğal oluşumlara, anıtlara ve sitlere “Dünya Mirası” statüsü tanınmaktadır. Sözleşmeyi kabul eden üye devletlerin UNESCO’ya başvurusuyla başlayan ve Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) ve Uluslararası Doğayı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) uzmanlarının başvuruları değerlendirmesi sonunda tamamlanan bir işlem dizisinden sonra aday varlıklar Dünya Miras Komitesinin kararı doğrultusunda bu statüyü kazanmaktadır.
2011 yılı sonu itibariyle Dünya genelinde UNESCO Dünya Miras Listesi’ne kayıtlı 936 kültürel ve doğal varlık bulunmakta olup bunların 725 tanesi kültürel, 183 tanesi doğal, 28 tanesi ise karma (kültürel/doğal) varlıktır. Her yıl gerçekleşen Dünya Miras Komitesi toplantıları ile bu sayı artmaktadır. Detaylı bilgilere Dünya Miras Merkezi’nin resmi web sitesi olan http://whc.unesco.org/en/list adresinden ulaşılabilmektedir.
Ülkemizin, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün sorumluluğu altında yürüttüğü çalışmalar neticesinde bugüne kadar UNESCO Dünya Miras Listesi’ne 11 adet varlığımızın alınması sağlanmıştır. Bu varlıklardan;
İstanbul’un Tarihi Alanları
Safranbolu Şehri (Karabük)
Hattuşaş (Boğazköy) – Hitit Başkenti (Çorum)
Nemrut Dağı (Adıyaman – Kahta)
Xanthos-Letoon (Antalya – Muğla)
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (Sivas)
Truva Antik Kenti (Çanakkale)
Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi (Edirne)
Çatalhöyük Neolitik Kenti (Konya)
kültürel olarak;
Pamukkale-Hierapolis (Denizli)
Göreme Milli Parkı ve Kapadokya (Nevşehir)
hem kültürel, hem doğal miras olarak listeye alınmıştır.
Hieropolis
Çaldağı’nın güney eteklerinden gelen kalsiyum oksit içeren suların oluşturduğu görkemli beyaz travertenler ve geç Helenistik ve erken Hıristiyanlık dönemlerine ait kalıntılar içeren Hierapolis arkeolojik kenti, antik çağlardan bugüne kadar ulaşan en çarpıcı merkezlerden biridir. Denizli’ye 2 km. uzaklıkta bulunan bu alan, ayrıca çok çeşitli rahatsızlıklara iyi geldiğine inanılan şifalı suları ile de ünlüdür.
Antik kentin M.Ö. II. yüzyılda Bergama krallarından II. Eumenes tarafından kurulduğu, adını ise Bergama’nın kurucusu Telephos’un eşi Heira’dan aldığı sanılmaktadır. Eski kaynaklara göre metal ve taş işlemeciliği, dokuma kumaşları ile ünlü olan kent, Büyük Konstantin döneminde Frigya bölgesinin başkentliğini yapmış, Bizans döneminde Piskoposluk merkezi olmuştur. Bu özellikleri ile alan UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer almaktadır.
Kaynak: www.kulturvarliklari.gov.tr
Travertenler
Traverten sözcüğü, İtalya’da geniş traverten çökeltilerinin bulunduğu Tvoli’nin, Roma zamanındaki adı ‘Tivertino’dan gelmektedir. Traverten çok yönlü, çeşitli nedenlere ve ortamlara bağlı, kimyasal reaksiyon sonucu çökelme ile oluşan bir kayadır. Pamukkale termal kaynağını meydana getiren jeolojik olaylar geniş bir bölgeyi etkilemiştir. Bu bölgede sıcaklıkları 35 – 100 °C arasında değişen 17 sıcak su alanı bulunmaktadır. Pamukkale termal kaynağı, bölgesel potansiyel içindeki bir ünitedir. Kaynak, antik devirlerden beri kullanılmaktadır. Termal su kaynaktan çıktıktan sonra, 320 m uzunluğunda bir kanal ile traverten başına gelmekte ve buradan 60-70 metrelik kısmı çökelmenin olduğu traverten katlarına dökülür. Burada su, ortalama 240-300 m yol kat eder. Kat kat havuzcuklarında ve kat kat seddelerinde, çökelmekte olan kalsiyum karbonat, başlangıçta bir jel halindedir. Zaman içerisinde sertleşmekte ve ‘Traverten’ olmaktadır.
Termal kaynak suyunun, normal şartlara dönüşmeye çabalaması çökelmeye ve traverten oluşumuna sebep olmaktadır. Termal sudaki kalsiyum bikarbonatın aşırı miktarda bulunması ve suyun yüzeye çıkışı sonucu karbondioksit açığa çıkar ve kalsiyum karbonat çökelir. Çökelme termal sudaki karbondioksitin havadaki karbondioksit dengeye gelinceye kadar devam etmektedir.
Beyazlığın oluşumunda, hava şartları, ısı kaybı, akışın yayılımı ve süresi etkilidir. Yerinde yapılan analizlerde, kaynak başındaki suyun karbondioksit miktarı ortalama 725mg/1 iken, suyun travertenleri terk ettiğinde bu miktar 145mg/1’e düşmektedir. Keza kalsiyum bikarbonat da benzer şekilde 1200 mg/1’den 400 mg/1’e düşmektedir. Keza Ca 576/8mg/1’e düşmektedir. Bu analiz sonucuna göre, 1lt. sudan traverten üzerine 499.9mg. CaCO 3 çökelmektedir. Bu miktar 1 1/sn. su için günde 43191g. çökelme demektir. Ortalama yoğunluğu 1.48g/cm 3 alan kaplar. Suyun ortalama debisi 466.21/sn. olduğuna göre 13584m 2 alan beyazlatılabilecektir. Pratikte bu şartları yerine getirmek güçtür. Ancak bu teorik yaklaşıma göre yılda 1mm. kalınlığında 4.9km 2 alan beyazlatılabilir.
Kaynak: www.pamukkale.org.tr
Pamukkale travertenlerine en son 2010 yılında Didem ile gelmiştim. Suyun bir önceki gelişime göre oldukça az olması dikkatimi çekti. Zaten o gezide çektiğim fotoğraflara bakarsanız aradaki farkı çok rahat görebilirsiniz. Ben suyun diğer travertenleri beyazlatmak için dönüşümlü verildiğini düşünüyorum. Ya da bir şekilde su azaldı.
Saat onda Pamukkale – İstanbul yolculuğumuz başladı. Aslında daha farklı bir rota planlıyordum ama Zumba Fitness, Didem’den üç tane canlı sınıf videosu istedi. Pazartesi akşamı da benim çekim yapabileceğim tek akşam zira Didem sonra Fransa’ya, Zumba Konferansına gidecek. Oradan döner dönmez de beraber İtalya’ya Rimini Wellness fuarına gideceğiz. Haliyle benim akşam yedi buçuktan önce Hillside CC Trio’da olamam gerekiyor. Bu yüzden Bilecik’e kadar duble yoldan gitmeye karar verdik. Tabi biraz da tempo yaptık. Ben en önde radarları kollayarak gidiyordum. Afyon’a kadar iki radar geçtik ama enteresan bir şekilde radardan sonra çevirme yapılmıyordu. Acaba yeni tip radarlar öndeki plakayı okuyor ve ceza eve mi geliyor diye düşündük. Öyle ise motorlara nasıl ceza kesiyorlar?
Saat bire gelirken Afyon İkbal Tesislerinde mola verdik. Çorbası, eti, sucuğu, tatlısıyla güzel bir yemek yedik. Yine de Selçuk’taki parayı vermedik. Anlayacağınız o çöp şişlere verdiğimiz para bizi oldukça rahatsız etti.
Afyon’dan Bilecik’e kadar hızlı bir tempo ile yol aldık. Osmaneli sapağında duble yoldan ayrıldık. Çok sevdiğim Osmaneli – İznik yolunu harika manzaralar eşliğinde arkamızda bırakıp İznik çıkışında su molası verdik. Daha sonra Boyalıca’dan yukarı çıkıp Topçular feribotuna bindik. Böylece bir gezinin daha sonuna gelmiş olduk. Geçen seneye göre çok daha iyi planlanmış bir tur oldu. Sadece son gün Didem’in işi yüzünden biraz tempo yapmak zorunda kaldık. Radara yakalanmamak da bonus oldu.
Saat yediyi çeyrek geçe Hillside CC Trio’ya vardım. Zumba sınıfını bir güzel videoya çektim. Bakalım Amerikalılar beğenecek mi?