27 – 28 Haziran 2014
Sevgili eşim Didem ile yine Almanya’dayız. Kadim dostum Volkan’ı Bremen’de ziyaret ettikten sonra güneye doğru bir gezi planladık. Hedefimiz Almanya’nın en romantik şehri, rüya şehir, masal şehir gibi sıfatları olan Heidelberg’ti. Kiralık arabamızla Wehye’den yola çıktık. Almanlar bana her sene olduğu gibi aile tipi bir aracı uygun gördüler. Ben Golf ve muadili bir araba beklerken uyanık görevli öncelikle Fiesta vermeye çalıştı. Hemen itiraz ettim: Ben kompakt sınıf bir araba kiraladım, Fiesta küçük sınıf. Adam “efendim bunun da 5 kapısı var, rahat rahat sığarsınız” diye beni ikna etmek istedi ama NEIN!, olmaz. Sonunda “Elimde Opel Zafira var olur mu?” dedi. Hemi de dizelmiş. Eh dedim, artık idare edeceğiz. İşte bu arabayla Alman otobanlarında iki bin küsur km yol yaptım. Kütük gibi arabaydı, üstelik otoban için motoru küçüktü. Zar zor 180-190km/sa hıza çıkıyorsunuz, çok hızlı gittiğinizi sanırken arkadan bir BMW, Mercedes geliyor yol istiyor. Mecbur sağa yanaşıp yavaşlıyorsunuz, tekrar o hıza çıkana kadar mevsim değişiyor.
Köln’de bir gece konakladıktan sonra eski başkent Bonn’u şöyle bir gezdik. Öğle yemeğinden sonra tekrar yola koyulduk. İkindi vakti Heidelberg’e ulaşmıştık. Önce şehrin 10km dışındaki otelimize gidip fazlalıklarımızdan kurtulduk. Arabayla şehir merkezine ulaştık. Arabayı Saturn’ün otoparkına bırakıp Bismarckplatz’tan gezimize başladık.
Bu gezide Canon ve saz arkadaşlarını yanıma almamıştım. Sadece Fujifilm X20 makinem ve ona uygun filtre ve aksesuarlarım vardı. Böylece gezi boyunca boyun ağrısı çekmeyecektim. Üstelik X20 boyundan büyük işlerin altından kalkabiliyor. Hele bir de ışık iyi ise değmeyin keyfime. Şansımıza bugün hava oldukça güzel. Motorlu araç trafiğine kapalı olan merkez cadde (Hauptstrasse) üzerinde sağlı sollu bir çok cafe, lokanta ve dükkan var. Tabi sokak sanatçılarını da unutmamak lazım. Şehrin kalbi bu caddede atıyor. Etrafta oldukça fazla turist var. O yüzden kendimizi Almanya’da gibi hissetmiyoruz. Almanya’yı görenler ne demek isteğimi anlayacaklar. Berlin, Münih gibi büyük ve turistik şehirlerin dışında Almanya’da saat altı olunca insanlar caddelerden elini ayağını çekiyor. Fakat burası adeta Prag gibi. Her daim canlı. Bunda bir üniversite şehri olasından ötürü öğrenci nüfusunun fazla olması da etkili sanırım. Almanya’nın en eski üniversitesi olan Heidelberg Üniversitesi, 1386 yılında burada kurulmuş.
Marktplatz’dan sağa dönerseniz kaleye, sola dönersiniz eski köprüye ulaşıyorsunuz. Biz öncelikle sola dönüp köprüye gidiyoruz. Ve işte karşımızda nefes kesen, büyüleyici Heidelberg manzarası. Neckar nehri iki tepeyi yarıp geçmiş. Oluşan bu yemyeşil vadiye de Heidelberg kurulmuş. Saat sekize geliyordu. Kale kapanmadan gezelim diyerek biraz fotoğraf çektikten sonra meydana geri dönüp kaleye çıkan fünikülere gittik. Gişedeki görevli bayan Türk çıktı ve bize bugün gidin yarın gelirsiniz dedi. Zira kale saat sekizde kapanıyormuş. Aldığımız 6 Euroluk füniküler bileti ile kaleyi de gezebiliyormuşuz. Basiretim bağlandı tamam dedim. Halbuki Almanya’da böyle güzel, güneşli havayı bulmuşsun çık çek manzarayı değil mi? Hala bunun için kendime kızıyorum zira ertesi gün şehri yağmur altında dolaşacaktık.
Kaleden olumsuz yanıt alınca karnımızı doyurmaya karar verdik. Marktplatz’a yakın bir hamburger lokantasına kurulduk. Her zamanki gibi en kalabalık yeri tercih etmiştik. Hamburgercinin adı Die Kuch Die Lacht. Frankfurt orijinli olan bu hamburgercide her şey günlük olarak yapılıyor. Dondurucudaki tek ürün dondurmaymış. Biz hamburgerleri ve patates kızartmasını çok beğendik, tavsiye ederiz.
Yemekten sonra tekrar köprüden nehrin diğer yakasına geçtik. Sol tarafa dönüp güzel bir açı yakalayana kadar yürüdük. Nehir kenarına beton banklar yapmışlar. Biz de yerel halk gibi bir tanesine oturup güneşin batmasını bekliyoruz. Almanya’yı yaz mevsimi gezmek çok keyifli. Günler çok uzun, hava da ideal. Ama günlerin uzunluğunun bir dezavantajı var. Şehri gece fotoğraflamak istiyorsanız akşam on buçuğa kadar beklemeniz gerekiyor. Zira hava o zaman kararıyor. Özellikle alacakaranlık zamanı fotoğrafçılık için ideal. Hem gökyüzü henüz tam kararmamış oluyor hem de önemli binalar aydınlatılmış oluyor. Hava iyice karardığında ışıklar fotoğrafta fazla patlıyor ve benim hoşuma gitmiyor. Joby GorillaPod bu tip gezilerde büyük kolaylık sağlıyor. Tripod taşımadan makineyi kolayca sabitleyebiliyor ve uzun pozlamalar yapabiliyorum. Bir örneğini aşağıdaki fotoda görebilirsiniz. Epey fotoğraf çektikten sonra merkez caddeyi geri yürüyüp arabamıza bindik ve otele geri döndük.
28 Temmuz, Cumartesi
Sabah kalktığımızda hava kapalıydı. Otelde kahvaltı ettikten sonra şehre indik. Arabayı dün olduğu gibi Saturn’ün otoparkına bırakıp yürüyüşe başladık. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen ana cadde oldukça kalabalıktı. Sanırım Cumartesi olmasının da etkisi var. İlk hedefimiz kaleye çıkan füniküler. Bu hatta iki durak var. Birinci durak kale, ikici durak ise kalenin daha üzeri. Biz önce yukarı çıkalım dönüşte kaleyi gezeriz diye düşündük. Yukarı çıktığımızda hava iyice kapamış, hafiften yağmur başlamıştı. Ben de söylenmeye başladım. Zira dünkü ışığı mumla arayacaktım.
Buradan bir kaç fotoğraf çektikten sonra diğer fünikülere binip en tepeye, Königstuhl’a, çıkmaya karar veriyoruz. Bu füniküler için ayrıca 7 Euro verip bilet almanız gerekiyor. Eğer kalabalıksanız ve arabanız varsa yukarı araçla da çıkabilirsiniz. Zira kişi sayısı artınca füniküler epey pahalı kalıyor. Tabi nostaljik şekilde yolculuk yapmanın keyfini sürmek istiyorsanız finiküleri tercih etmelisiniz. Bu arada benim bindiğim en uzun füniküler hattıydı. Bir ara yol bitmeyecek sandım. Eğim bazı yerlerde o kadar fazla ki (%41) Didem aşağıya bakmaya korktu. Biraz daha hızlı gitse bildiğiniz roller coaster.
Ve sonunda 567 metre rakımlı Königstuhl’a ulaştık. Königstuhl, Kings Seat yani Kralların Oturağı anlamına geliyor. Fünikülerden iner inmez sizi şahin yetiştirme barınağı karşılıyor. Dilerseniz ücret karşılığı burayı ziyaret edebilirsiniz. Burada ayrıca içinde bisiklet ve yürüyüş parkurlarının yer aldığı büyük bir orman parkı var. Zaten fünikülerden iner inmez bisikletçileri görmüştük. Tepe çıkışını yapmış, manzaraya karşı dinleniyorlardı. Ne yazık ki yağmur hızlanmıştı ve bizim şemsiye arabada kalmıştı. Üzerimde sadece kısa kollu bir gömlek vardı. O yüzden ormanı keşfe çıkamadık. Biraz burada manzarayı seyrettikten sonra kaleye indik.
Kalenin geçmişi 14.yy’a dayanıyor. Öncelikle saray olarak inşa edilmiş. 16.yy ve 17.yy’da ek binalar eklenmiş, ayrıca çevresi surlarla çevrilerek kale şeklini almış. Günümüzde kalenin avlusu çeşitli konserlere ve tiyatro etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. Biz ziyaret ederken de akşam için bir konser hazırlığı vardı. Kalenin en ilgi çeken özelliklerinden biri de Dünyanın en büyük şarap fıçısına ev sahipliği yapması. 130 meşe ağacından yapılan bu fıçının kapasitesi tam 221.726 litre. Alman eczane (ecza değil) müzesini de kalenin içinde ziyaret edebilirsiniz.
Kaleden bol bol Heidelberg manzarası fotoğrafladım. Hatta Didem bu manzaraya karşı Zumba yaptı. Turistlerin şaşkın bakışları ve yağmur altında ben de onun videosu çektim. Merak edenler Didem’in Instagram hesabından videoyu izleyebilirler. (@didem.zeybek)
Kaleyi gezdikten sonra köprüden nehrin karşısına geçtik. Hemen köprünün karşısındaki dar yola girdik. Burası filozoflar yolu diye anılan daracık, taş döşeli bir yol. Daha önce şarap bağlarına giden bu yol 17.yy Romantik Dönemde, Filozoflar Yolu olmuş. Üniversite profesörleri ve filozoflar bu yoldan yukarı çıkar, Neckar nehri manzarasına karşı ciddi sohbetlerde bulunurlarmış. Yağmur yüzünden tepeye kadar çıkamadık. Bu rüya şehre tekrar gelmek için bir bahanemiz olsun istedik.
Vakit öğleyi geçtiğinden ikimiz de acıkmıştık. Ana cadde üzerinde kalabalık gördüğümüz bir Cafe-Restorana oturduk. Mekanın adı Strohauer’s Cafe. Kuruluş tarihi 1886’ya gidiyor. Adını kurucusunun soyadından alıyor. Güzel bir öğle yemeğinden sonra Didem ünlü tatlıları olan Viktoria Torte’yi denemek istedi. Portakallı olan bu turta ilk defa İsviçre kralının verdiği bir resepsiyon için yapılmış. O zamandan beri de Cafenin spesiyal tatlısı imiş. Gelmişken tadına bakmak istedik. Didem tatlıyı beğendi. Ben uzun zamandan beri şeker tüketmediğim için bana her şey çok tatlı geliyor.
Karnımızı doyurduktan sonra Hauptstrasse üzerinde son kez yürüyerek arabamıza ulaştık. Heildelberg gezimizin sonuna gelmiştik. Kalbimizi bu güzel ve şirin şehirde bırakıp Alman otobanlarında yola koyulduk. Önümüzde Weyhe’ye kadar 580km yol var.