8-12 Mayıs 2013
Yine yeni bir İtalya seferinde daha sizlerle birlikteyim. Gezinin ana amacı, üçüncü kez katılacağımız Rimini Wellness spor fuarı. Fuarın da en önemli etkinliği Zumba Fitness. 2011 İtalya gezim için buraya ve 2012 Rimini Welness fuarı içinse buraya tıklayabilirsiniz. Geçen sene sadece fuarı yazmıştım; ziyaret ettiğim Verona ve Ravenna kentlerinin yol hikayelerini ise hala yazamadım.
8 Mayıs, Çarşamba
Bu geziye alışılmış Zumba gezilerimizin aksine üç kişi gidiyoruz. Asistan hanım Ecem de bizimle beraber Rimini’ye geliyor. Didem’in Zumba sınıfında başlayan arkadaşlıkları, usta-çekirge ilişkisi şeklinde gelişerek devam ediyor. Didem’in İstanbul dışındaki Zumba eğitimlerine katılma görevinden düştüğüm için bu durumdan çok memnunum.
Güzel bir bahar sabahı üç sporsever havalimanına doğru yola koyulduk. Rahat bir uçak yolculuğundan sonra Bologna Havalimanı’na indik. Kiralık aracımızı teslim almak üzere Avis/Budget gişesinin önüne gittik. Burada beni bir sürpriz bekliyordu. Depozito için kredi kartımı verdim ama reddedildi. Sonra diğer iki kredi kartım da reddedildi. Hepsinin de limitinin olduğunu biliyorum ama elin İtalyan’ı nasıl bir sistem kullanıyorsa parayı bloke edemedi. Bankayı aradım ama onları düşürmek ne mümkün. Yurtdışından arayanlar için özel bir hat olmalı. Oradan oraya aktarılıp durdum. En sonunda internet bulup kredi kartımı inceledim. Yeterli limit gözüküyordu. Zaten bloke edecekleri miktar topu topu 200 Euro. İçine biraz para yollayıp yeniden şansımı denedim. Yok yine ret yedik. Havalimanında kafayı yemek üzereydim. Didem de ehliyetini getirmediğinden onun kredi kartını kullanamıyorduk. Ona da ayrıca söylendim. Sonra içine biraz daha para atıp tekrar şansımı denedim. 200 Euro ret yedi, 100 Euro için deneyince oldu. Nasıl iş anlamadım. Kredi kartımda bu miktarın en az 30-40 katı limit gözüküyor. Söylene söylene arabanın anahtarını aldım. Ferrari fabrika gezisi saat 12:30’da başlayacaktı ve kaybettiğimiz bu bir saat yüzünden büyük ihtimalle geziyi kaçıracaktım.
Kiralık aracımız döküntü bir Lancia Delta idi. Daha önce hiç bu kadar pis ve eski bir araba kiralamamıştım. Üstelik sürücü koltuğunun sırt minderi de ayarlanamıyordu. Benden önce koltuğu bu hale getiren apaçiye (koltuk yatak pozisyonundaydı) ve aracı doğru düzgün kontrol etmeden bana teslim eden görevlilere buradan tekrar sevgilerimi yolluyorum.
Kyiphn’a istikamet verip Modena’ya doğru yola koyulduk. Kızlar hemen uyku pozisyonlarını aldı. Bense hala bir aux girişi bile olmayan bu kalas arabaya sövüyordum. Yaklaşık kırk dakikalık bir yolculuktan sonra Maranello’daki Ferrari Müzesine ulaştık.
Müzenin önünde fabrika ve pist turu attıran resmi otobüsü görünce heyecanlandım. İnternette 12:30 ve 13:30 olmak üzere iki sefer yapılıyor deniyor lakin sadece 12:30 için bilet satılıyordu. Bu arada bu bilet işini de meraklılarına anlatayım. Müzeyi gezmek için ister internetten ister burada kapıdan 13 Euro’ya bilet alabiliyorsunuz. Aynı şey fabrika ve pist turu için de geçerli fakat kontenjan az olduğundan bu bileti (11 Euro) önceden internetten almak daha mantıklı. Ben de fabrika turuna baktığımda sadece bir kişilik yer olduğunu görüp satın almıştım. Elimdeki bu biletle 13:30 turuna katılıp katılamayacağımı sordum. Eğer gelmeyenler olursa katılabilirmişim. Peki yer olursa kızlar da katılabilir mi diye sorduk. Cevap yine olumluydu. Bir süre bekledikten sonra rehber kadın üçümüzü de otobüse almaya karar verdi. Didem ve Ecem bilet almak için içeri gittiler ama gişe kapanmış. Dönüşte bakarız diye yanıma geldiler. Cep telefonlarımızın kameralarını özel Ferrari etiketleriyle bantladıktan sonra (fabrika ve pistte görüntü almak yasak) otobüse binip fabrika turumuza başladık.
Önce müzenin hemen yanı başındaki Fiorano pistine girdik. Burası Ferrari’ni yarış takımının, Formula1 otomobillerini denediği yer. Ayrıca GT arabaları da bu pistte test ediliyor. Pistin tesislerinin arasında bir süre durup pistin hikayesini rehberimizden dinledik. Ben pistin üzerine de çıkacağımızı sanıyordum ama sadece küçük bir kısmını yan yoldan gördükten sonra pisti terk ettik.
Sırada Ferrari fabrikası var. Fabrika girişindeki eski ve yeni ofislerin arasından geçerek kaporta, boya, dizayn gibi fabrika binalarının önünden geçtik. Rehber her binada ne yapıldığını bize anlatıyordu. Bu arada fabrikanın içinde sürekli teste çıkan Ferrari’lere rastlıyorduk. 458 Italia, F12 Berlinetta, FF modellerini ambalajlı halleriyle gördük. Üstü açılan modeli California’ların yağmur testinin nasıl yapıldığını da şahit olduk. Son olarak dizayn harikası rüzgar tünelini gördükten sonra fabrikayı terk edip tekrar müzenin önüne geldik.
Ve şimdi sırada Ferrari müzesi var. Daha önce BMW müzesini gezmişliğim var. Oradan sonra burası müze olarak beni çok etkilemedi ama tabi ki otomobiller harikaydı. Müzede geçmiş modellerin yanında henüz piyasaya çıkmamış olan LaFerrari modeli de sergileniyor. Sadece 499 adet üretilecek olan LaFerrari, hem içten yanmalı bir motora hem de bir elektrik motoruna sahip. Yani hibrit bir Ferrari. Kulağa enteresan geliyor değil mi? Bu arada LaFerrari proje aşamasındayken yapılan kil model de müzede sergileniyor.
Müzeden çıkarken son olarak F1 simülatörünü gördük. Bu orijinal F1 arabasının kokpitine sadık kalınarak yapılmış bir simülatör. Yol tepkilerini oldukça gerçekçi bir şekilde size iletiyor. Ekranlar biraz daha büyük olabilirmiş. Arzu ederseniz 25 Euro karşılığında Monza pistinde bir tur atabiliyorsunuz (yaklaşık 7 dakika).
Müzeden çıktıktan sonra karınların açıkmış olduğunu fark ettik. Yemeği Modena’da yemeye karar verip Maranello’yu arkamızda bıraktık. Bu arada arkada demişken Modena’ya kadar bizi test sürüşüne çıkmış bir Ferrari 612 takip etti. Ben radyoyu neyin kapatıp, camımı araladım ve 12 silindirli senfoniye kulak kabarttım.
Modena’da arabayı park ettiğimiz yerde bir dondurmacı gördük. Kızlar hemen içeri daldı. Aklınıza gelebilecek her çeşit dondurma ve dondurulmuş yoğurt vardı: Nutellalı, Kit Katlı, Haribolu… Ecem daha önce İtalya’da öğrenci olarak bulunduğundan İtalyanlarla iletişim görevini ona verdik. Dondurmacıdan öğle yemeği için lokanta tarifi alıp bu güzel dondurmaların tadına dönüşte bakmaya karar verdik.
Kızlar, gördükleri her gözlükçüye girerek, sezonun moda güneş gözlüklerini deniyorlardı. Ben de bu sırada şehri ve insanlarını fotoğraflıyordum. San Marino’ya gideceğimizden gözlükleri oradan almaya karar verdiler. Ne de olsa San Marino’da vergi yok. Lokantaların hepsi bu saatte kapalıydı. Kendimi bir an İspanya’da zannettim. Lokanta ararken hem yorulmuş hem de acıkmıştık. En sonunda cafenin birine girip pastane tarzı pizzalara talim ettik.
Modena’yı biraz daha dolaştıktan sonra arabamıza geri döndük. Amacımız dondurma yedikten sonra yola koyulmaktı ama dondurmacıda, iş yerlerinin paydos etmesinin de etkisiyle, acayip bir sıra vardı. Bankada işlem yapacakmışız gibi makineden bir sıra numarası aldık. Önümüzde yirmi küsur kişi vardı. Ben dondurmacının dışındaki banklardan birine oturdum. Zira bu fotoğraf çantası oldukça ağır gelmeye başlamıştı. Gün içinde çektiğim fotoğraflara bakarak zaman geçirdim. Bizimkiler tam yirmi dakika sonra ellerinde dondurmalarla yanıma geldiler. Ne yalan söyleyeyim beklediğimize değdi. Dondurmalar çok güzelmiş. Yolunuz Modena’ya düşerse Gelateria Slurp’a uğrayıp dondurma yemeyi unutmayın.
Dondurmalarımızı yedikten sonra Modena’yı arkamızda bırakıp yaklaşık bir buçuk saatlik otoban yolculuğundan sonra Rimini’ye ulaştık. İki senedir kaldığımız Aqua Otel’e gidip odalarımıza yerleştikten sonra akşam yemeği için lobide buluştuk. Resepsiyondan otelin müşterilerine sağladığı ve para almadığı bisikletleri teslim alıp şehrin tarihi kısmına gittik. Önceki ziyaretlerimizde bellediğimiz, pizzası çok güzel olan, La Bussola’ya gittik ama kapalıydı. Önce şaşırdık, hatta yoksa kapandı mı diye endişelendik sonra Çarşamba günleri kapalı olduğunu öğrenip rahatladık. Biz de PicNic isimli diğer bellediğimiz lokantaya gittik. Pizzalar, deniz mahsullü makarnalar, tiramisular havada uçuştu. Tıka basa karnımızı doyurup cüzi bir para ödeyerek lokantadan ayrıldık. Bu arada otel yolu üzerindeki lokantada Beto Perez ve ekibini gördük. Didem uzaktan seslenip el salladı. Didem’i görünce “Ooo Turkey in da haus” dedi. Kafası güzeldi sanırım. Selamlaşıp otele geri döndük. Yarın erken kalkıp fuara gideceğiz.
9-10 Mayıs Rimini Wellness Günleri
Sabah sekiz buçuk civarı kahvaltıya indik. Hillside’ın fuara gelen diğer eğitmenleri de bizim otelde kalıyordu. Onlarla kahvaltıda selamlaştık. Bu arada iki senedir bizimle aynı otelde kalan sempatik İtalyan çift Romina ve Pascal’ı gördük. Onları da masamıza davet ettik. Bizim gibi çok sıcak kanlılar. Zumba üzerine bir sohbetten sonra fuara gitmek için otelden ayrıldık.
Bu sene park konusunda bizi bir sürpriz bekliyordu. Geçtiğimiz senelerde arabayı hep fuar alanının hemen yanındaki alışveriş merkezinin otoparkına bırakıyordum. Böylece park parası vermiyordum. Bu sene adamlar akıllanmış. Fuara geldiği belli olan arabaları alışveriş merkezine almıyorlar. Mecburen arabayı günlüğü 11 Euro’dan fuarın otoparkına bıraktım.
Fuara girer girmez hemen Zumba Fitness’ın bulunduğu salona gittik. Heidy Torres ve diğer ZES’ler sahnede programa başlamışlardı bile. Ben hemen Amerika’dan aldığım yeni oyuncaklarla fotoğraf makinemin kurulumunu yaptım. Yeni Canon 600EX-RT flash, Rogue Flash Bender, Canon 50mm F1.4 lensimi bu fuarda bol bol deneme şansım oldu.
Zumba Fitness, Rimini Wellness’ta, Zumba Sentao’yu öne çıkarmak istemiş. Zira Beto bütün Sentao derslerini bizzat kendi verdi. Geçen sene sahneye kavga dövüş çıkıp fotoğraf çekmiştim. Bu sene sahneye çıkan merdivenleri iptal etmişler. Zaten Darren da fuara gelmemiş, bakalım sahneye kapağı nasıl atacağım.
Didem Rimini’ye gide gele Zumba salonunun ön sıranın hepsiyle tanıştı. Benim de belli bir göz aşinalığım oldu. Geçen sene bu fuarda keşfedilen minik Zumbacı Fanny ile de selamlaştık. Benim fotoğraf makinem yeni kurulumla oldukça heybetli göründüğünden, herkes bana poz veriyor. Aslında seneye bu işi paraya dökebilirim, düğün fotoğrafçılığından çok daha eğlenceli Zumba fotoğrafçılığı :).
Fuarda geçen seneye göre çok büyük değişiklikler yok. Zumba’nın Kaliforniya’dan bir rakibi çıkmış: Bokwa Fitness. Los Angeles’in banliyölerinden kopup gelmiş gibi bir tarzı var. Hollanda ve Almanya’da epey meraklısı varmış. Türkiye’ye henüz gelmedi ama Zumba’nın havasını pek bulamadım.
Dikkatimi çeken başka bir grup egzersiz dersi ise Piloxing. Pilatesi, boksu ve dansı aynı potada eriten, oldukça hareketli bir grup fitness egzersizi. Hani dans etmeyi pek beceremem ama Piloxing’i kıvırabilirim gibi geldi.
Fuarın ilk iki günü geçen seneye göre daha kalabalıktı. Özellikle de Zumba salonu. Her sene kalabalık daha da büyüyor. Beto ve saz arkadaşları da oldukça formdaydı. Fuar çıkışları ayrı bir problem. Arabayı otoparktan çıkarmak bile 15 dakika sürüyor. Otele kadar köprü trafiği kıvamında yol alıyoruz.
Perşembe akşam yemeğini Hillside spor ekibiyle yedik. Tabi kalabalık olunca lokantalarda yer bulmak zor oluyor. Yer bulduğumuz lokanta ise oldukça dandikti. İtalya’da yediğim en kötü yemeği burada yedim. Cuma ise tatlı İtalyan çift ile bisikletlere atladığımız gibi eski şehir merkezine gittik. Yıllardır buraya geliyorlarmış ama daha şehrin tarihi kesimini hiç görmemişler. La Bussola’da güzel bir yemek yedik.
11 Mayıs, Cumartesi: San Marino Ziyareti & Beto Master Class
Bugün kızları San Marino’ya götürüyorum. Fuar bugün çok kalabalık olacağından böyle bir alışveriş ve kültür gezisi yapmayı uygun gördük. Fakat öğleden sonra Beto’nun dersine gideceğiz. Yaklaşık yarım saatlik bir otomobil yolculuğundan sonra dağın başındaki bu şirin memlekete ulaştık. Daha önce sitede San Marino’yu yazdığım için bu sefer ansiklopedik bilgi kısmını kısa geçeceğim.
Arabayı Montale Kulesi’nin alt tarafına park edip, kuleye doğru orman içi patikadan tırmanışa geçtik. Kızlar yokuşu görünce söylenmeye başladılar. Tam bu sırada iki bisikletliye rastladık. Tepe inişi kıvamındaki bu yolda pedal çevirmek herkesin harcı değil. Benim de canım çekti açıkçası. Otelin külüstür bisikletlerinden sonra bu downhill makineler uzay aracı gibi geldi gözüme.
Sırasıyla Cesta ve Guaita Kulelerini gezdik. Kulelere giriş paralı. Tek kule 3 Euro, iki kule için kombine alırsanız 4,5 Euro. Sabahın erken saatleri olmasına karşın epey ziyaretçi var. Rus ve Japon turistler ağırlıkta. Şehir merkezine ulaşınca kızlar hemen gözlükçülere girip çıkmaya başladılar. Ve mutlu son. İstedikleri gözlüklere kavuştular. Üstelik free shop fiyatlarının yüzde kırk altına. Hızlarını alamayıp parfüm alışverişlerini de buradan yaptılar. Vergi olmadığı için fiyatlar oldukça uygun. Beni sorarsanız, iki adet buzdolabı süsü aldım. Onlar da hediyelik zaten. Ha bir de anneler günü için Didem’e parfüm aldırdım. Bu arada hafif bir yağmur geçişi oldu ama sonra durdu neyse ki.
Didem ve Ecem hükümet sarayının önünde bekleyen polis ile hatıra fotoğrafı çekildiler. Önce asker selamı vermek istediler ama polis veremezsiniz diye uyardı. Acaba gerçekten bu şekilde poz mu vermek istemedi yoksa bizimkileri kafaya mı aldı bilemiyorum. Bana böyle iki güzel hanımla dolaştığım için çok şanslı olduğumu söyledi. İstanbul’dan geldiğimizi öğrenince de sevindi. Daha önce hem İstanbul’a hem de Antalya’ya gelmiş ve çok beğenmiş. Doğa harikaydı diyor. Eh tabi Adriyatik’in karanlık denizinden sonra Akdeniz akvaryum gibi gelmiştir.
Yemeği tepedeki lokantada manzaraya nazır yedik. Hava bir kapatıp bir açıyordu. Neyse ki biz yemek yerken yağmur yağmadı. Yemekten sonra Ecem’in gözlüğünü değiştirmek için gözlükçüye geri döndük. Çerçevesini L beden aldığında kafayı eğince gözlük burnundan düşüyor. Böylece benim gözlüğü hacılama planlarım suya düştü. Çok da yakışmıştı bana :). Gözlükçüdeyken hava patladı. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Aslında Beto’nun dersine girmeyecek olsak burada yağmurun dinmesini beklerdik. Kızları gözlükçünün hemen çaprazındaki mağazadan şemsiye almaya yolladım. Ben de makinemi toplayıp çantasına koydum. En büyük boy bir şemsiye almış bizim cimriler. Üç kişi, bir şemsiye, şiddetli yağmurda arabaya doğru ilerlemeye çalışıyorduk. Kızlara siz beni burada bekleyin ben tek başıma daha hızlı gider arabayı alır sizi kurtarırım dedim ama laf dinletemedim. Halbuki sakallarım da epey uzadı yine. Bu sırada yağmur yerini çılgın bir doluya bıraktı. Fındık büyüklüğündeki dolu taneleri yerden sekip çıplak bacaklarıma çarpıyordu. Şortumun yarısı ıslanmıştı. Kızları bir apartmanın girişine bırakıp koşar adım otoparka doğru yollandım. Arabaya bindiğimde ayaklarım ve şortumun büyük kısmı sırılsıklam olmuştu. Dolu daha da şiddetlendi, arabanın tavanında adeta trompet çalıyordu. Hayatımda gördüğüm en şiddetli yağmur/dolu olaylarından biriydi. Kızları alıp kaloriferi sıcağa getirdim, amacım fuar alanına kadar ayaklarımı kurutmaktı.
Didem ve Ecem’i kapıda indirip otoparkta yer bulmak için epey dolaştım. Sonunda çıkış kapısına yakın bir yer bulup arabayı park ettim. Otoparkın haline bakınca içerinin durumunu tahmin etmek zor olmadı. Nitekim fuar iğne atsanız yere düşmez kıvamındaydı. Kalabalığı yara yara Zumba salonuna ulaştım. Burayı görünce daha önce geçtiğim salonlar oldukça tenha geldi. Bu kadar insan nasıl dans edecek diye düşündüm. Geçen sene ile kıyalarsak, sıra arkaya doğru 3-4 metre daha gelmiş, neredeyse Zumba Shop ile bir olmuştu. Kalabalığın arasından geçmek elimdeki ekipmanla oldukça zor olacağından dışarı çıkıp yürüdüm ve sahnenin yanındaki acil çıkış kapısından tekrar salona girdim. Sentao’dan kalma bir sandalyeyi sahnenin kenarına çekip üzerine kuş misali tünedim.
Beto çığlıklar arasında sahneye çıktığında salon yıkılıyordu. Ben Petra’yı görünce yüzüme masum bir ifade verip n’oldu benim sahneye giriş iznim gibilerinden bir bakış attım. Eliyle yanına çağırınca bir çırpıda kendimi sahneye attım. Sana güveniyorum deyip yanağıma bir de öpücük kondurdu. Bir köşeden sahne çekimlerine başladım. Az sonra Zumba’nın İtalya organizasyonun başındaki adam yanıma gelip İtalyanca bir şeyler söyledi. Aslında onunla dün gece Romina ve Pascal vasıtasıyla tanışmıştık ama beni tanımadı. Ben İngilizce konuşunca hangi kurum adına geldiğimi sordu. Dedim beni Petra aldı buraya, git ona sor. Petra’yı duyunca kafasını salladı ama hala ısrarla nereden geldiğimi sorunca Türkiye’den geldiğimi, bu görüntüleri Zumba’nın Türkiye’de tanınması ve gelişmesi adına kullanacağımdan bahsettim. Sonra “Dün seninle Aqua Otel’de tanıştık, Romina’nın arkadaşıyım” dedim. Sonunda jeton düştü. Beni kolumdan tuttuğu gibi DJ Francis’in yanına götürdü. Buradan daha güzel çekersin dedi. Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz. Ben de makinemi konuşturdum tabi. Didem bu kez sahneye çıkamadı ama seneye onu da sahnede çekeceğimi düşünüyorum. Dedim ya mutlu sona az kaldı.
Çok güzel bir ders oldu. Beto, Pazar günü olmayacağı için vedalaşmayı bugünden yaptı. Fuar alanını terk ederken saat yediyi geçmiş, diğer salonlar boşalmıştı. Ama otopark çıkışı yine kalabalıktı. On dakikalık fuar-otel yolunu kırk beş dakikada aldık. İtalya’daki son akşam yemeğimiz için hazırlanıp lobide buluştuk. Otelin yakınındaki La Taverna isimli deniz ürünleri lokantasına gittik. Burası oldukça şık bir lokanta. Normal şartlarda Cumartesi gecesi rezervasyonsuz giderseniz kapıda kalma ihtimaliniz yüksek. Biz üç kişi olduğumuz için yaklaşık 10 dakika bekleyip dışarıdaki masalardan birine oturduk. Yediğim kılıç balığı ve diğer tadına baktığım yemekler enfesti. Deniz mahsullü risottoyu da şiddetle tavsiye ederim. Geceyi yine otelin yakınlarındaki Pascucci isimli cafe-barda muhteşem tiramisular eşliğinde sonlandırdık.
12 Mayıs, Pazar
Bugün İtalya’daki son günümüz. Beto olmadığı için kızlar fuara gitmek istemediler. Benim de işime geldi. Sabah otelden çıkışı yapıp bavulları arabaya yerleştirdikten sonra resepsiyondan bisikletleri rica ettik. Onlar da bizi kırmadılar. Ecem’e bisikletle hızlı bir Rimini turu attıracaktık.
Hava şansımıza açmıştı fakat dün yağan yağmurun getirdiği serinlik hala hissediliyordu. Bana hava hoş ama bisikletin üzerindeyken kızlar biraz üşüyordu. Otelden sahile doğru inerken ilk durağımız 4 At Çeşmesi oldu. Burada bir iki foto çektikten sonra meşhur The Grand Hotel’in önüne gittik. Plaja şöyle bir girip dönme dolaba karşı kızların fotosunu çektim. Daha sonra limana doğru pedal çevirdik.
Limandan sonra tarihi Tiberius Köprüsüne gittik. Burada beni fotoğraf çekerken gören bir çift bana el salladı, hatta kadın koşa koşa bana doğru gelmeye başladı. Anlaşılan benden fotoğraf çekmemi isteyecekler. Genç aşıkları kırmak olmaz ama o da ne DSLR makine otomatik modunda. Hemen bir kaç ayarlama yapıp flaşını açtım. Zira güneş köprünün arkasından geliyor.
Fotoğraf işini hallettikten sonra eski şehir merkezi için sola döndük. Piazza Cavour, Piazza Tre Martiri’yi ziyaret edip Augusto Kapısına geldik. Oradan da hemen yolun karşısındaki, Roma surlarıyla çevrili, parka girdik. Böylece hızlandırılmış Rimini turumuz sona ermiş oldu.
Saat biri geçtiğinde karınlar acıkmaya başlamıştı. İtalya’daki son pizzamız için La Bussolo’nun yolunu tuttuk. Sanırım Pazar öğlen olduğundan, sadece lokantanın sahibi ve pizza ustası vardı. O yüzden servis oldukça yavaştı ama o pizzaları beklediğimize değdi doğrusu. Ecem ve Didem’e pizzalarını bitirmelerinde yardımcı olduğumdan tıka basa doymuş şekilde masadan kalktım. Tabi tiramisudan sonra :). Otele geri dönüp bisikletleri teslim ettik. Tam bu sırada Romina ve Pascal’ı gördük. Onlar da fuarı kırmışlar. Karşılıklı iyi dileklerde bulunduktan ve birbirimizi memleketlerimize davet ettikten sonra vedalaşıp ayrıldık. Hani bir su dökmedikleri kaldı arkamızdan. İstanbul uçağımız ile aramızda yaklaşık bir saat sürecek olan Bologna yolu vardı.
Rahat bir yolculuktan sonra Bologna’ya vardık. Havalimanına girmeden önce depoyu dolduracağım için navigasyona en yakın benzin istasyonunu girdim. Şansa kiosk gibi bir istasyon çıktı. Her şey otomatik ve kredi kartı geçmiyor. Üzerimizdeki bütün paraları çıkardık. Öncelikle makineye parayı veriyorsunuz, sonra pompayı seçip OK diyorsunuz. Biz üç sefer aynı işlemi tekrarladık zira otomobilin ne kadar benzin alacağını hesaplayamadım. Neyse ki üç kişiden 50 Euro çıktı da depoyu doldurabildik. Ama 5 Euro daha ver deseniz veremezdik.
Havaalanı otoparkında ise başka bir sürpriz bizi bekliyordu. Avis’ten aracı teslim alacak kimse yoktu. Yaklaşık 15 dakika bekledik ama gelen giden olmadı. Ben de arabayı bir yere park edip havaalanına giriş yaptım. Avis’in havaalanındaki ofisine anahtarı bırakıp park yerinin numarasını söyledim. Biraz da neden adamınız yok diye söylendim. Sizin yüzünüzden uçağı kaçıracağız diye de bir palavra sıktım.
Ve son sürpriz. Uçak kaçacak dedim ya Avis’in elemanı THY’yi aradı sanırım. Bir saatin üzerinde rötar varmış. Grev yüzündendir diye tahmin yürüttük. Ben uçağı beklerken biraz fotoğraflara baktım, bir kaç fotoğrafı da site için düzenledim. Son olarak aşağıdaki pozu çekip makineyi çantasına koydum. İtalya’yı, pizzaları, makarnaları, tiramisuları, fuarı, kurduğumuz güzel arkadaşlıkları, Beto’yu arkamızda bırakıp uçağımıza bindik. Bir Zumba aman yol hikayesinin daha sonuna gelmiştik.
Arrivederci….