4 Aralık 2011
Geçen hafta sonu Alp ile yaptığımız Armutlu Turunu siteden ve Facebook üzerinden gören diğer arkadaşlar gaza gelmişti. Hillside’da basket oynarken Ali Ağabey ve Selçuk Ağabey bu hafta gezi varsa katılmak istediklerini söylediler. Selçuk Ağabey Ağva’nın az ilerisinde bulunan Kilimli tesislerini önerdi. İnternetten incelediğimde oldukça güzel bir manzaraya karşı balık keyfi yapabileceğimizi gördüm. Google Haritaları açıp biraz çalışma yaptım. Zira klasik Şile yolunu kullanmak istemiyordum. Böylece Alp’i de kandırabileceğimi düşünüyordum ama onun hafta sonu eğitimi varmış. Batu da Almanya’da olduğundan katılamayacaktı. Şimdi bizim virajlarımızı kim kameraya çekecek. Hoş, Yuvacık Barajı çekimlerini hala göremedik.
Cumartesi günü hava çok güzeldi. Didem ile biraz motora bindik. Pazar günü hava kuvvetli lodosun etkisiyle daha da ılık olacakmış. Akşama doğru yoklama yaptım. Selçuk ve Erdem kesin geliyordu. Erdem’in VFR’sinde bir akü problemi vardı ama onu halletmiş. Selçuk Ağabey gelebilirse haber verecekti. Ali Ağabey de durumunu ayarlamaya çalışıyormuş. Artık yarın dananın kuyruğu kopacak.
Pazar günü, mükemmel bir İstanbul sabahına uyandım. Kahvaltımı yaptıktan sonra kıyafetlerimi ve kaskımı hazırlamaya başladım. Saat 10’da Hillside’da buluşacağımız için oldukça fazla vaktim vardı. Salonun içine düşen kış güneşi (Aralık ayına girdiğimize göre artık kış güneşi diyebilirim) içimi ısıtıyordu. Güneşten aldığım D vitaminin etkisinden olsa gerek içimi bir coşku kaplamıştı; bir an önce Bukefalos ile yola koyulmak için sabırsızlanıyordum.
Hillside’a vardığımda Ali Ağabey’i ve yeşil Kawasaki’sini görünce coşkum daha da arttı. Oleeey Ali Ağabey de geliyor. Bize Kilimli’ye gidelim diyen Selçuk Ağabey’den ise ses seda yoktu. O da gelseydi keşke diye geçirdim içimden. Erdem ve Selçuk da gelince, dört motor, Kavacık’a doğru gaz açtık.
TEM’i Kavacık çıkışında terk edip Polonezköy’e doğru döndük. Yaklaşık on dakika sonra şehrin kalabalığını ve gürültüsünü arkamızda bırakıp, Sonbaharın etkisiyle rengarenk olmuş doğanın kucağında, virajları yutmaya başladık. Arada Erdem’i beklemek için yavaşlıyorduk. Polonezköy’ü, Cumhuriyet Köyü’nü ve Kılıçlı’yı birer birer arkamızda bıraktık. Sahilköy’ün yakınlarında bir yol çalışması gördüm ve ilk fotoğraf molası için durdum. Daha sonra yolun solundan devam ettim. Amacım ara yollardan Sahilköy’e inmekti ama yol Karaburun Orman Yangın Gözlem Tesisleri’nin önünde bitti. Burada güzel bir piknik alanı olduğunu da bu vesile ile öğrenmiş olduk.
Sahilköy’den Şile yoluna kadar, kah sahilden, kah ormanlık alanların içinden geçip neşe içinde yol aldık. Şile yoluna çıkınca grup hızlandı. Ben bu yolu pek sevmiyorum. Her an önünüze koca bir kamyon çıkabiliyor. Bir de virajlarda şeridinde kalamayan hafta sonu şoförleri ile uğraşıyorum. Yine kazmanın biri beni bulduysa da keyfimi bozmadım. Grubu beklerken bir fotoğraf molası verdim.
Şile’den dört motor olarak Ağva sahil yoluna girdik. Dört motor diyorum zira Erdem bugün nedense sürekli geride kalıyor. Üstelik Batu ile sürdüğüm temponun da oldukça altında yol alıyordum. Şile-Ağva Sahil yolu adeta bir masal ortamıydı. İki yanı ağaçlı, dar virajlı yolda sürerken rengarenk yapraklar üzerimize dökülüyordu. Ağaçların arasından bizi selamlayan kış güneşi, kulağımdaki müziklerle bu kompozisyonu tamamlıyordu. Bukefalos yata kalka virajları yutuyordu. Açıklığa çıkınca Selçuk ile güzel bir manzaraya karşı fotoğraf molası verdik. Ali Ağabey ve Erdem ortalıkta yoktu. Yaklaşık beş altı dakika sonra ikisinden de telefon geldi. Erdem bizim bilmediğimiz bir yola sapmıştı. Üstelik motoru çalışmıyordu. Ali Ağabey ise Erdem’i göremeyince merak edip geri dönmüş, onu arıyordu. Neden sonra önce Ali Ağabey, sonra da motorunu çalıştırabilen Erdem yanımıza geldi. Ağva’ya 15-20km kalmıştı.
Ağva’da yeniden mola verip Kilimli’ye nasıl gideceğimizi sorduk. Kandıra yoluna çıkacakmışız. Teke yönüne dönüp bir süre gittikten sonra tekrar birilerine yol sorduk. Sapağı kaçırmışız. Bucaklı’dan içeri girmemiz gerekiyormuş. Geri dönüp Bucaklı sapağını bulduk. Bu arada eğer Şile Köprüsünü geçer geçmez sola, Dikbucaklı yönüne, saparsanız daha kısa bir yoldan Kilimli’ye ulaşabilirsiniz. Sonradan, orayı kullansak daha kısa olacağını anladım.
İki köyün içinden geçtikten sonra Kilimli tabelasından, deniz tarafına doğru, içeri girdik. Oldukça bozuk ve kırıcı bir yoldan geçtik. Sonra yol toprak oldu ama en azından çukur yoktu. 2-3 km sonra önce Karadeniz sonra da Kilimli Koyu gözüktü. Vay canına internet sitesine koydukları fotoğraflardan bile güzeldi burası. Motorları tesislerin önüne bıraktıktan sonra, herkes ağzı kulaklarında, bu güzel manzarayı fotoğraflamaya koyuldu.
Yemekten sonra Selçuk ve Erdem çevreyi dolaşmadan eve doğru yola koyuldu. Selçuk saat dört için randevu vermiş bir müşterisine. Motor gezilerine gelmeye gelmeye planlama kısmını unutmuş. Biz Ali Ağabey ile aşağıdaki burna indik. İkindi güneşi fotoğraflar için çok güzel bir ışık sağlıyordu. Keşke Canon 5D MkII ve saz arkadaşları da yanımda olsaydı diye hayıflandım.
Yaklaşık yarım saat sonra biz de bu şahane manzarayı arkamızda bırakıp İstanbul yoluna koyulmuştuk. Dönüşü Teke-Ballıca üzerinden yapmayı planlıyordum ama önde giden Ali Ağabey Teke’de, Şile tarafına döndü ben de durdurup geri döndürmedim. Sevmediğim Şile yolundan eve, kamyonların ve yol çalışmalarının arasından geçip, döndük .
Hava muhalefeti olmazsa haftaya bir başka Pazar Gezmesinde buluşmak dileğiyle…