4 -11 Kasım 2011
Didem’in Zumba aşkına kendimi yine Avrupa’da buldum. Didem; Nieuwegein (Hollanda) ve Frankfurt’ta (Almanya) yapılacak olan iki ZIN Day’e (Zumba eğitmenlerinin koreografi çalışması) katılacaktı. Ben de Kurban Bayramı tatilini fırsat bilip peşine takıldım. Böylece Bremen’de yaşayan kadim dostum Volkan’ı ve sevgili ailesini, hem de Volkan’ın doğum gününde, ziyaret edecektim.
4 Kasım, Cuma
Uçağımız saat on bir civarı Düsseldorf’a indi. Europcar’dan kiralık aracımızı teslim alırken bizi bir sürpriz bekliyordu. Ben VW Passat ayırtmıştım ama onlar bana Opel Zafira’yı uygun görmüşler. Geçen sefer de BMW 1 Serisi yerine Ford C-Max vermişlerdi. Beni neden böyle aile arabalarına layık gördüklerini bilmiyorum ama Alman otobanlarındaki sürat hayallerim yine bir başka bahara kaldı. En azından bavullarımız rahat edecekti.
Arabayı Altstadt’a yakın bir otoparka koyup bu güzel şehri gezmeye başladık. Almanya’nın (bir çok gezene göre) en Avrupai kenti olan Düsseldorf’a ikinci gelişim. En yaşanabilir kentler sıralamasında 2010 Mercer Listesine göre 6. sırada yer alan Düsseldorf, Almanya’nın en büyük 7. şehri konumundadır. Önemli bir finans ve iş merkezidir. Düsseldorf Messe (Fuarı) ise Dünya’nın en önemli ticaret fuarlarından biridir.
Şansımıza hava çok güzeldi. Öyle ki havalimanından şehre gelene kadar klima açmak zorunda kaldım. Gömlek üzeri kazak ile Altstadt’ı, şehir parkını ve nehir kenarını dolaştık. Bir balık lokantasında acıkan karnımızı doyurduktan sonra Didem alışveriş caddesi olan Königsallee’de gezdi, ben de fotoğraf çektim.
Hava karardıktan sonra nehir kenarında birer kahve içip Hollanda’ya doğru yola koyulduk. ZIN Day’in yapılacağı Nieuwegein, buradan 200km uzakta, Amsterdam’ın hemen altında yer alıyordu. Rahat bir yolculuktan sonra otelimizi, Garmin sağ olsun, rahatça bulup dinlenmeye çekildik.
5 Kasım, Cumartesi
Didem için önemli bir gün. İlk defa bir ZIN Day’e katılacak. Kahvaltıda ünlü Zumba eğitmenleri ile aynı otelde kaldığımızı anlayınca heyecanı daha da arttı. Tanya ile aynı otelde kalıyormuşuz! Benim, Kobe ile aynı otelde kalmam gibi bir şey bu Didem için. Kahvaltıdan sonra onu ZIN Day’in yapılacağı kongre merkezine bırakıp Den Haag’a (The Hague) doğru yola koyuldum.
Yaklaşık 40 dakikalık bir otoban yolculuğundan sonra Den Haag şehrine ulaştım. Otoban şehrin yeni yüzü olan gökdelenlerin altından geçerek eski şehre doğru devam ediyor. Buradan sonra da yerini şehir içi yollara bırakıyor. Ben etrafı izlerken gireceğim sapağı kaçırıp tekrar otobana çıkmak zorunda kaldım. Hollanda’nın üçüncü büyük kenti olan Den Haag’da ilk hedefim Avrupa’nın en büyük klasik otomobil koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapan Louwman Museum.
Müze saat onda açılıyormuş. Ben on beş dakika kadar erken geldiğimden müzenin hemen yakınındaki parka gidip biraz fotoğraf çekip, vakit geçirdim. Sonra iki aslan heykelinin arasından geçip müzeye girdim. Bu iki aslan heykeli daha önce burada olan ve 1985 yılında kapanan yine Louwman ailesine ait olan hayvanat bahçesinden yadigar kalmış.
Hollandalı otomobil ithalatçısı Piet Louwman tarafından, 1934 yılından beri biriktirilen otomobiller, 1968 yılında ilk Louwman Müzesini oluşturmuş. İki şehir değiştiren müze, şimdilerde oğul Evert tarafından Den Haag şehrinde, yeni binasıyla bir müze olarak 2010 yılında halkın ziyaretine açılmış.
Müze bahçesinin peyzajı da görülmeye değer. Müzenin açılmasını beklerken bir süre de bu güzel bahçede dolaştım, fotoğraf çektim. Müzeye giriş 13,50 Euro. 5 Euro da otopark için veriyorsunuz. Gişede verilen jetonu kaybetmeyin zira otopark çıkışında onu kullanıyorsunuz.
Müzede 230’un üzerinde klasik otomobilin yanı sıra motosikletler, heykeller, resimler, posterler ve otomobil ile ilgili çeşitli eşyalar (piknik çantaları, zamanın benzin pompaları vs.) sergilenmekte. Bazı parçalar oldukça nadide. Eğer otomobillere meraklıysanız ve yolunuz Amsterdam civarına düşerse (Amsterdam – Den Haag yaklaşık 40-50km) bu müzeyi mutlaka ziyaret edin. Ben çok keyif aldım kendi ziyaretimden. Louwman Müzesi gezimi ayrı bir yol hikayesi olarak buradan okuyabilirsiniz.
Yaklaşık iki saat ve yüzlerce fotoğraftan sonra bu güzel müzeyi arkamda bırakıp sahilin yolunu tuttum. Scheveningen denen bu bölge, yazın oldukça canlı oluyormuş. Soğuk Kuzey Denizi’ne bu mevsim giren yoktu :). Lakin güzel havanın etkisiyle bir çok insan sahilde güneşleniyor, yürüyüş yapıyordu. Ben de yaklaşık bir saatlik bir yürüyüş yaptıktan sonra eski şehir merkezini görmek için buradan ayrıldım.
Den Haag dar kanalları ve sevimli evleriyle beni karşıladı. Park yeri ararken arabayla şehri epey dolaştım. Açık parklara güvenemediğim için navigasyondan kapalı bir otopark beğenip arabayı oraya bıraktıktan sonra kendimi sokaklara attım.
Den Haag Güney Hollanda’nın baş şehri. Kraliyet ailesi de burada yaşıyor. Yine Uluslararası Suç Mahkemesine, Uluslararası Adalet Divanına (Lahey Adalet Divanı olarak biliyoruz), elçiliklere, Hollanda Parlamentosuna ev sahipliği yapıyor. Bütün bunlara rağmen Hollanda’nın başkentinin Amsterdam olması enteresan.
Saat dörde doğru Den Haag’dan ayrılıp Nieuwegein’e geri dönüp Didem’i aldım. Zin Day çok iyi geçmiş. Otelde hazırlandıktan sonra akşam yemeği için Utrecht’e gitmeye karar verdik. Utrecht, Hollanda’nın 12 eyaletinden en küçüğü. Otelimizin bulunduğu Nieuwegein de Utrecht Eyaletine bağlı. Eyaletin başkenti de aynı adla anılıyor. Hollanda’nın ortasında yer aldığından önemli bir kavşak noktası. Hollanda’nın dördüncü büyük kentini akşam karanlığında fotoğrafladım.
Akşam yemeğimizi bir Hint Lokantasında yedik ve oldukça memnun kaldık. Yemekten sonra da biraz şehri dolaşıp otele geri döndük. Yarın erken kalkıp Amsterdam’a gideceğiz.
6 Kasım, Pazar
Sabah güzel bir kahvaltıdan sonra Amsterdam yoluna koyulduk. Nieuwegein’den Amsterdam arabayla yarım saat uzaklıkta. Pazar sabahı olması nedeniyle trafik yoğunluğu oldukça düşük. Tıpkı Düsseldorf gibi Amsterdam’a da bu ikinci ziyaretimdi. Arabayı merkez tren istasyonun altındaki otoparka bırakıp, özgürlükler şehrini gezmeye başladık. Geldiğimizden beri tepemizde parlayan güneş bugün bulutların arkasında saklanıyordu. Hava da serinlemişti.
Amsterdam’ı gezmeye şehirle özdeşleşmiş olan kanallarından başlamayı uygun gördük. Zamanında şehrin korunması için yapılan bu kanal ağı şehre ayrı bir güzellik katıyor. 90 adası ve 1500 köprüsü ile Kuzeyin Venedik’i olarak anılan Amsterdam, Hollanda’nın en çok, Avrupa’nın da sayılı turist çeken kentidir. Yaklaşık bir saat süren kanal yolculuğumuzda şehrin önemli kanallarını gezip önemli binalarını gördük. Bol bol da fotoğraf çektik.
Amsterdam Hollanda’nın en büyük şehridir. Başkent olmasına rağmen parlamento barındırmaz. Parlamento dün gezdiğim Den Haag şehrinde yer alıyor. Bunun dışında çok önemli bir kültür şehri. Bir çok önemli müzeye ev sahipliği yapıyor. Bunların en önemlileri Rjiks Müzesi ve Van Gogh Müzesidir. Biz sadece bir gün geçireceğimiz için bu müzeleri pas geçtik.
Amsterdam tam bir bisiklet şehri. Şehir içinde ulaşımın büyük kısmı bisikletler ile sağlanıyor. Kırmızıya boyalı bisiklet yollarının bazıları o kadar geniş ki araba yolu sanabilirsiniz. Ben kendi adıma, sabah şehre girerken bir tanesini araba yolu sanıp girdim. Neyse ki sabahın erken saatleri olması nedeniyle herhangi bir kazaya karışmadan yolu terk ettim. Diğer toplu taşıma sistemleri otobüs, tramvay ve metro. Ayrıca kanallarda deniz taksileri ve deniz otobüsleri de hizmet veriyor.
Kanal gezintimizi bitirdikten sonra Damrak Caddesi’nden Dam Meydanı’na doğru yürüyüşe geçtik. Oldukça kalabalık olan bu turistik caddede sağlı sollu bir çok lokanta yer alıyor. Her çeşit yemeği bulabilirsiniz ama ağırlıklı olarak Arjantin Bifteği lokantaları var. Artık Türkiye’de de olan kızarmış patates dükkanlarından birinden Didem heves edip büyük boy patates aldı. Öyle çok patates vardı ki ikimizi de doyurdu. Artık akşama kadar acıkmayız. Tabi benim düşük glisemik indeksli besin diyetim yalan oldu. Ama patates de çok güzeldi :).
Sonunda meşhur Dam Meydanı’na ulaştık. Sokak sanatçıları Didem’in ilgisini çekti. Sen bir de La Rambla’dakileri gör dedim. Biraz fotoğraf çektikten sonra Didem’in isteği üzerine Madam Tussoud balmumu müzesine girdik. Bilmeyenler için kısa bir açıklama yapayım. Ünlü insanları balmumundan heykellerinin sergilendiği bir müze burası. Dünya’nın bir çok yerinde (4 kıta, 13 şehir) şubeleri var. Didem burayı o kadar beğendi ki hemen hemen bütün heykellerle fotoğraf çektirdi.
Madam Tussaud Müzesinden çıktıktan sonra şehrin diğer hareketli yerlerinden meşhur Red Light’a gittik. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Karnımız da acıkmıştı. Karşımıza kocaman bir peynirci çıkınca içeri girdik. İçerde peynirin nasıl yapıldığını görebiliyorsunuz. Ayrıca bir çok peyniri tatma şansınız var. Hatta isterseniz cüzi bir ücret karşılığı size şaraplı peynir tadımı yapabilirsiniz. Biz üst üste iki peynirciye girip bir sürü peynir tattık. Beğendiğimiz peynirlerden bir kaç paket aldıktan sonra Arjantin Bifteği yemek için tekrar şehrin sokaklarında dolaşmaya çıktık. Hava iyice kararmış, yaklaşan Noel için ışıklandırılan evler ve caddeler sıcak bir atmosfer yaratmıştı.
Yarım saat kadar dolaştıktan sonra Damstraat üzerinde gözümüze kestirdiğimiz bir lokantaya girdik: CAU (Carne Argentina Unica). Lokantanın ambiyansı oldukça hoştu. Daha geç saatlerde bar olarak hizmet veriyor sanırım. Etler de fena değildi ama Günaydın’ın antrikotlarını tercih ederim. Et demişken Etiler’e “Nusret” diye güzel bir et lokantası açılmış. Alp çok beğenmiş. En kısa zamanda gitmemiz gerekiyormuş :).
Yemekten sonra bu güzel şehri tekrar dolaştık. Yarın sabah erkenden Düsseldorf civarındaki Bocholt’a gidip Esma Buran’ın Zumba dersine katılacağımız için (yanlış anlamayın ben kameraman olarak katılacağım) istemeye istemeye arabayı bıraktığımız otoparka döndük. 10 saat için 42 Euro otopark ücreti verince Hollanda’da neden bisiklete bu kadar çok binildiğini daha iyi anladım :). Sakin bir yolculuktan sonra Nieuwegein’deki otelimize ulaştık. Yarın Almanya’ya geçiyoruz, sabahtan Zumba Party, akşama Volkan’ın doğum günü partisi var.
7 Kasım, Pazartesi
Sabah erkenden kahvaltı edip otelden çıkışımızı yaptık. Önümüzde iki saatlik yol var. Didem hemen uyku pozisyonunu aldı. Ben de arabanın el gazını 130km/saate kilitledim. Sınırı geçince hız limiti de ortadan kalktı ama Zafira zaten 160-170km/saati geçmiyor. Rahat bir yolculuktan sonra Rhede, Bocholt’a ulaştık. Esma’nın Zumba dersi verdiği salonu kolayca bulduk. Tam içeri girerken Esma ile karşılaştık. Didem ile sadece internet vasıtasıyla tanışmalarına rağmen çok sıcak bir karşılaşma oldu.
Sabah dersi çok kalabalık olmuyormuş. Bizi esas akşam dersine bekliyormuş. Dersten sonra hemen ayrılacağımızı öğrenince oldukça üzüldü. Ders çok eğlenceli geçti. Benim için bu genç adam kim diye sordular. Menajer, fotoğrafçı, şoför, koruma diye karşılık verince güldüler.
Dersten sonra Esma bizi bırakmadı ve evine davet etti. Türk insanı her yerde misafirperver. Esma’nın eşi Ersoy bize kahvaltı hazırlamış sağ olsun. Hesapta şöyle bir uğrayıp yola çıkacaktık ama kızlar birbirlerinden ayrılamadılar. En sonunda Esma istemeye istemeye bizi yolcu etti.
Yaklaşık üç saatlik bir yolculuktan sonra saat sekize doğru Weyhe’ye ulaştık. Tüm Birben ailesi bizi kapıda karşıladı. Kağan sevinç çığlıkları atarak yanımıza geldi. Dinazor oynayalım mı? Dur Bismillah daha eve giremedik :). Ve yeniden huzur dolu ikinci evimdeyim. Volkan’ın doğum gününü kutladık. Hem de Kağan’ın en sevdiği tatlı olan tiramisu eşliğinde. Volkan’a İstanbul’dan yeni sezon bir Galatasaray forması almış, sırtına da ismini yazdırmıştık. Kağan formayı görünce bana forma yok mu diye hayıflandı.
Koşuşturmayla geçen 4 günün ardından Salı ve Çarşamba günleri oldukça sakin geçti. Biraz çevreyi gezdik, biraz da Didem’in alışveriş kotasını doldurduk. Bu arada Perşembe günü için Apeldoorn, Hollanda’ya Lars’ın dersine gitmeye karar verdik. Aslında yol gözümde büyüyordu ama buralara kadar geldik, Didem’in Zumba gelişimi için ben de elimden geleni yapmak istedim. Bu arada Nermin de çevredeki spor salonlarında Zumba var mı diye araştırdı sağ olsun. Çarşamba akşamı Didem ile internetten bakınırken Syke’de oldukça iyi bir eğitmen olduğunu keşfetmişler. Telefon edip Perşembe sabahı için randevulaşmışlar.
10 Kasım, Perşembe
Sabah Türk usulü kahvaltı yaptık. Sucuklu yumurta, beyaz peynir, eritme peynirleri, zeytin, domates ve sıcak ekmekler… İçecek mi eh artık çay içer oldum. Şekersiz bir iki bardak rica edeyim. Kahvaltıdan sonra Volkan bizi Syke’ye götürdü. Aslında Nermin ile gidecektik. Hatta Nermin derse de girecekti ama boynu tutulduğu için mecburen evde kaldı.
Bettina bizi çok sıcak karşıladı. Volkanla bekleme salonunda kaldık. Didem Zumba Toning dersine girdi. Bettina sonradan öğrendiğimize göre 50 yaşındaymış ama enerjisine bayıldım. Bir çok genç kızı cebinden çıkarır. Diğer kapıyı açık görünce bir kaç fotoğraf çektim. Son olarak dersin sonunda Bettina ile Didem’i fotoğrafladım. Bu arada Bettina da Didem’i çok beğendi. Yeni bir salon açıyormuş ve istersen hemen gel başla dedi. Böylece Didem Almanya’da ilk iş teklifini almış oldu. Eğer geleceğimizi daha önceden bilseymiş beraber bir ders verirlermiş. Tabi Didem bunları duyunca çok mutlu oldu, benim de koltuklarım kabardı.
Neşe içinde eve geri döndük. Nermin’in nefis yemekleri ile karnımızı doyurup tekrar yola koyulduk. İstikamet Esma Buran, Bocholt. Üç saat sonra, Garmin sağ olsun, Esma’nın evinin önündeydik. Esma dersinden henüz gelmişti. Apar topar arabaya bindi. Ver elini yeniden Hollanda. Sınır buraya yarım saat uzaklıkta. Wensink Akademi ise Apeldoorn kentinde. O da sınırdan yaklaşık yarım saat çekiyor.
Derse yarım saat kala Wensink Dans Akademisinin kapısındaydık. Burası bir aile işletmesi. Aslında Latin Dansları öğretiyorlar ama onlar da Zumba’nın popülerliğinden etkilenip Zumba dersleri vermeye başlamışlar. Dersin kalabalıklığından anlayacağınız üzere Zumba burada da oldukça çok seviliyor. Bu arada tesisi çok beğendim. Yalnız ilginç bir şekilde tesiste soyunma odası ve duş yok. Ders bitince duşu evinizde alıyorsunuz.
Lars oldukça matrak bir eğitmen. Gerçi Zumba zaten oldukça eğlenceli bir egzersiz ama Lars kendinden de bir şeyler katarak dersi daha da eğlenceli hale getiriyor. Ben kenarda kameraman pozisyonunda olmama rağmen sıkılmadım. Dersten sonra klasik fotoğraf çekimi ve karşılıklı iyi dileklerden sonra mutlu ve mesut bir şekilde Wensink Akademi’den ayrıldık. Hollanda’yı arkamızda bırakıp yeniden Almanya’ya, Esma’nın evine döndük. Kızlar hemen derin bir Zumba sohbetine daldı, ben de Lars’in dersinde çektiğim fotoğrafları Didem’in Facebook sayfasına yüklemeye koyuldum. Bu gece burada misafiriz.
11 Kasım, Cuma
Esma sabah dersi için güzel bir organizasyon düzenlemiş. Bir okulun spor salonunu ayarlamış. Çalıştığı yerlerdeki öğrencilerinin hepsini davet etmiş. Ayrıca yerel basına da haber vermiş. Derste oldukça eğlenmişler. Ders hem yazılı hem de görsel basında yer alacaktı. Bu arada mişli zaman konuşuyorum çünkü sabahın sekizinde yapılan bu Zumba etkinliğine ben katılmadım. Aslında akşam olsa çok daha kalabalık olabilirdi. Bir çok kişi işe gittiği için üzülerek bu etkinliğe katılamadı.
Kızlar eve gelince güzel bir kahvaltı yaptık. Esma ve Ersoy ile vedalaşıp Bremen’e dönüş yoluna koyulduk.
12 Kasım, Cumartesi
Bu sabah ilk defa geç uyandım. Kağan’ın okulu olmadığından hep beraber güzel bir kahvaltı yaptık. Sonra da çarşı, pazar işlerimizi halletmek üzere dışarı çıktık. Önce Kağan’ın kaplumbağasının yeni evi için akvaryum taşı ve süsleri aldık. Oradan WV’ye uğradık. Türkiye’de henüz piyasaya çıkmayan ama Didem’in fotolarından çok beğendiği yeni Beetle’a baktık. Didem gerçeğini görünce arabayı daha çok sevdi. Ne yalan söyleyeyim benim de çok hoşuma gitti. Bir önceki versiyona göre daha kaslı ve erkeksi bir model olmuş. Zevkle kullanabilirim.
VW’den sonra şehre indik. Bremen’in tarihi merkezine arabayı park edip gezinmeye başladık. Havanın güneşli olması fırsat bilen bir çok insan dolaşmaya çıkmıştı. Didem H&M ve türevlerini gezerken biz de Kağan’ı kitapçılara götürdük. Küçük adam hemen dinozor kitaplarına koştu. Zaten National Geo aç sıkılmadan 5 saat aslanları, köpek balıklarını seyretsin. Rüyasına da girmiyor demek. Ama karnı acıkınca Mc Donalds diye tutturdu. Bu aralar Ten Ten koleksiyonu veriyor Mc Donalds’lar. Çocuklar bu küçük oyuncaklar aşkına ebeveynleri hamburger, patates kızartmasına mahkum ediyor. Bizim dönercilerin de bu tarz pazarlama faaliyetlerine girmesi lazım. Şöyle iyi bir döner gibisi var mı? Haydi Kavacık’a, Bayramoğlu’na:).
Güneş batınca hava iyice serinledi. Artık eve dönme vakti. Zaten akşam bavulları hazırlayıp erken yatacaktık zira yarın sabah erkenden yola çıkacağız.
13 Kasım, Pazar
Sabahın dört buçuğunda çalan alarma uyandım. Nermin ve Volkan’a kalkmayın biz gideriz demiştim ama onlar bizden de erken kalkıp bize yolluk hazırlamışlar. Böyle dostlara sahip olmak kolay değil. Gece hava sıfırın altına düştüğü için camlar buz olmuştu. İmdadıma yine Volkan yetişti. Didem’i beklerken camları Volkan’ın verdiği buz çözücü spreyle temizledim. Bavulları da koyduktan sonra yola çıkmaya hazırdık. Birben ailesi ile vedalaşıp zifiri karanlıkta yola koyulduk. Önümüzde dört buçuk saat sürecek bir yol vardı.
Yaklaşık üç saat sonra mola verdim. Didem’i uyandırıp sandviç uzattım ama midesi bulandığı için yiyemedi. Rengi de atmıştı. Ben sandviçimi hızla yiyip tekrar direksiyon başına geçtim. Az bir yolumuz kalmıştı.
Saat dokuz buçuk gibi ZIN 37 etkinliğinin yapılacağı Frankfurt fuar alnına geldik. Buraya daha önce iki defa Frankfurt Otomobil Fuarı için gelmiştim. Didem’i kapıda indirip devam edecektim ama Didem’in rahatsızlığı daha da artmıştı. Arabayı park edip, koluna girdim. Beraber etkinlik salonunun önüne geldik. Uzun bir kuyruk vardı. Kuyrukta beklerken Esma da bize katıldı. Kayıt işlemleri tamamlandıktan sonra onlar içeri geçtiler. Ben de şehirde vakit geçirmek üzere arabaya doğru yürümeye başladım.
Arabaya giderken diğer bir salonda Gezi ve Karavan Fuarı olduğunu gördüm. Merak edip insanların peşine takıldım. Umduğumdan daha büyük bir fuarmış. Her türlü karavanı burada görebilirsiniz. Otobüsleri bile karavan yaptıklarını şaşkınlık içinde gördüm. Fiyatları da 250.000 Euro’ya kadar gidiyor. Bu fiyata Almanya’da güzel bir ev alabilirsiniz. Üstelik yıllık %3.5 faiz oranından 20 sene kredi ile. Bir çoğunun içine girip çıktıktan sonra fuar alanını terk edip şehir merkezine gittim.
Frankfurt’u daha önce iki kere ziyaret ettiğimden tanıdığım caddelerde şöyle bir tur attıktan sonra nehir kenarına indim. Hava güneşli ama ayazdı. Nehir kenarında tekne turlarını görünce saatimi kontrol ettim. On dakika sonra bir tur başlayacakmış. Daha önceki gelişlerimde tekne turu yapmamıştım. Zamanım da müsait olduğundan bilet alıp nehir gemisine yerleştim.
Tur yaklaşık bir saat sürüyor. Eski şehir merkezinden başlayan tur endüstriyel merkezin oralarda sona eriyor. Gemi oradan geri dönüp kalktığı yere geliyor. İsterseniz bu turu iki saatlik de alabilirsiniz ama geniş nehirde o kadar vakit geçirmek bana çok cazip gelmedi. Sonuçta Amsterdam ya da Venedik tarzı bir kanal gezisi değil. Daha çok bizim boğaz gezisine benziyor zira nehir oldukça geniş.
Nehir gezisinden sonra alışveriş caddesi olan Zeil’a doğru yürürken telefonum çaldı. Arayan Didem’di. Eğer ZIN Day’e gidersem bana özel bir bileklik verip içeri alacaklarmış, ben de fotoğraf çekecekmişim. Arabayı alıp tekrar Frankfurt Fuar Alanına gittim. Görevli önce almam seni dedim. Sonra Didem’e el kol edince beni içeri saldı.
Binlerce ZIN üyesi kocaman bir salonu doldurmuş Tanya ve Gina ile coşuyorlardı. Bu kadar büyük bir grubun ahenkle dans etmesini seyretmek oldukça eğlenceli. Hani dansla neyin çok alakam yoktur ama hiç sıkılmadan bir saate yakın çalışmayı izleyip fotoğraf çektim. Programın sonuna doğru Didem yanıma geldi. Esma ile vedalaşıp otelimize doğru yola koyulduk.
Oteli Garmin sağ olsun kolayca bulduk ama içeri giremedik. Ben internetten butik bir otel seçmiştim. Otel öyle butikmiş ki belli bir saatten sonra çalışan bulamıyorsunuz. Camdaki numarayı arayıp giriş şifresini öğrendim. Kodlayıp içeri girdik. Oda numaramızı da telefonda söyledi otel sahibesi. Anahtar kapının üzerindeymiş :).
Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra atelden ayrılıp tekrar şehir merkezine indik. Frankfurt caddelerini biraz da karanlıkta arşınladım ama bu sefer Didem ile. Meydandaki Arjantin et lokantası zinciri olan Maredo’da yemek yedikten sonra yine dolaşa dolaşa otele geri döndük.
14 Kasım, Pazartesi
Bugün gezimizin son günü. Uçağımız öğleden sonra Düsseldorf’tan kalkıyor. Yolumuzun üzerindeki Köln’e uğrayıp oradan Düsseldorf’a geçecektik. Kahvaltıdan sonra yola koyulduk. Oldukça manzaralı yollardan geçtikten sonra (Didem uyuduğu için göremedi) Köln’e ulaştık. Arabayı meşhur Köln Katedralinin altındaki otoparka bırakıp meydana çıktık.
Köln Almanya’nın en büyük dördüncü şehriymiş. Şehrin en önemli yapısı ise Köln Katedrali. İnşaatı tam 632 yıl (1248-1880) sürmüş olan çift kuleli gotik tarzdaki bu katedral UNESCO Kültür Mirası listesinde yer almaktadır. Katedral o kadar büyüktü ki (157 metre yüksekliğinde) kadraja sığdırmakta zorlandım. İçi de dışı gibi oldukça etkileyici olan bu yapıyı gezdikten sonra Hohe Strasse boyunca Ren Nehrine kadar yürüdük. Bu cadde şehrin önemli alışveriş caddelerinden biri. Cadde boyunca hediyelik eşya mağazaları lokantalar, elektronik eşya dükkanları, giyim mağazaları bulunuyor.
Öğle yemeğini Nord Sea’de yedikten sonra Düsseldorf’a doğru yola koyulduk. Şehirden çıkarken yaşadığımız trafik sıkışıklığı bizi biraz korkuttuysa da fazla gecikmeden otobana çıktık. Düsseldorf Havalimanına geldiğimizde ise kiralık araba parkını kaçırdık. Havalimanında biraz dolandıktan sonra park yerini bulup arabayı aldığımız yere, 2400 km sonra bıraktık. Uçağın kalkmasına bir saatten biraz fazla vardı. Koştura koştura THY bankosuna vardığımızda bizi bir sürpriz bekliyordu. Uçağımız bir buçuk saat rötar yapmıştı.
Ve artık uçaktayız. Zumba aşkına on gün süren Avrupa maratonunu arkamızda bırakmıştık. Didem mesleği ile ilgili kendini geliştirme imkanı bulmuş ve yeni arkadaşlar edinmişti. Ben de kadim dostum Volkan ve ailesini ziyaret etmiş, yeni yerler görmüştüm.