30 Temmuz 2005
Cumartesi öğlen Ahmet’e gidip yeni zıpkınımı en sonunda teslim aldım: Alüminyum 90’lık Beuchat Mundial. Sonra eve gidip diğer hazırlıklarımı tamamladım. Deniz Otobüsü 18.30’da Yenikapı’dan kalkacaktı. Erdem ve Selçuk gelip beni evden aldılar. Giderken Karaköy’de Taykurt’a uğrayıp paletle giymek için çorap aldık. Taykurt Soner Denizcilik’ten. Bizi Ahmet tanıştırdı. Dalışla ilgili bir çok ekipmanımı ondan aldım. Hem iyi bir çocuk hem de malzemeleri iyi tanıyor. Motora-bisiklete biniyor, dalıyor, zıpkın yapıyor… Bizden biri yani.
Sahilden devam edip Yenikapı’ya ulaştık. Ahmet gelmediği için elimizde fazladan bir gidiş bir de dönüş bileti vardı. Daha kapının önünde ben bir adama bileti sattım. Ama adam meğer Yalova’ya gidecekmiş. Tabi biz de bileti geri aldık. İçeri geçip çantaları bekleme salonuna koyduk. Epey ilgi çekiyorduk. İki adam ellerinde kocaman çantalar, zıpkınlar, paletler…. Selçuk ben çantaları beklerken bileti başka birine sattı.
Feribot 10 dakika gecikmeli olarak kalktı. Rahat bir yolculuktan sonra Bandırma’ya ulaştık. Bir taksiye atlayıp Aslı’lara gittik. Selçuk’un karnı epey acıkmıştı hemen yemeğe geçtik. Zaten feribotta yanımızdan sürekli pastalar börekler geçiyordu. Bari salata yiyeyim diyordu. Ama adamı güç bela zaptettik. İşte şimdi sofradaydı. Çok güzel bir karnıyarıktan sonra zeytinyağlı fasulye yedim. Üzerine şakşuka sonra karpuzla domatesli pilav. Karpuzu biraz fazla kaçırdığımı ertesi gün dalışta anlayacaktım. Daha sonra Vehbi ağabeyler geldi. Vehbi Ağabey bizim dalış mihmandarımız, Aslı’nın annesinin kuzeni. 30 senedir Bandırma ve civarında zıpkınla avlanıyor. Bu konuda tanıdığım en deneyimli insan. Onlarla da epey oturduk, okey oynadık sonra ben Bertan ailesi ile tavla oynadım. Aslı’yı 6-1 Selçuk’u 3-1 yendikten sonra sürünerek yatağıma gittim. Saat ikiyi geçmişti.
31 Temmuz 2005
Sabah Aslı’nın annesi Dilek Teyze kapımı tıkırdattı. Ben hemen dikildim. Saate baktım. 04:44. Bir dakika sonra da benim alarm çalmaya başladı. Selçuk’un kalkması biraz uzun sürdü. Vehbi Ağabey gelmiş, aşağıda bizi bekliyordu. Gün aydınlanmadan yola koyulduk. Plana göre Vehbi Ağabeyi bir koyda bırakıp biz diğer koya arabayla gidecektik. Biz o koyda avlanırken Vehbi Ağabey yüze yüze oraya gelecekti. Çakıl Köyünün girişinde Vehbi Ağabey’i indirip biz Deniz Fenerine doğru yola koyulduk.
Gün yeni ağarmaya başlamıştı. Çok güzel manzaraların içinden geçiyorduk. Bir kaç tanesini fotoğrafladım.
Suya gireceğimiz koyda bazı gençler gecelemişler. Biz gelince uyku sersemi kalktılar. Biz ters taraftan suya girecektik. Malzemeleri hazırladık. Havalar sıcak diye kısa elbisemi getirmiştim. Maske, şinorkel, başlık, eldiven, ağırlık kemeri, zıpkın ve paletleri kuşandık. Deniz hafiften dalgalanmaya başlamıştı. Birer poz fotoğraf çekip kendimizi denizin serin sularına bıraktık. Su umduğumdan daha ılıktı. Yalnız girdiğimiz yer kayalıktı ve her yerde yosun vardı. Deniz anaları da cabası. Oldum olası hiç sevmemişimdir onları.
Su oldukça bulanık oluğu için görüş mesafesi kötüydü. Balık malık göremedim, gördüklerim de zıpkın atmaya değmeyecek kadar ufaktı. Epey balık aradıktan sonra üzerine koşu bandı düşüp şişen ayağım zonklamaya başladı. Zaten tarak kemiği şişmişti ve paleti zor giymiştim. Palet de vurunca ağrı iyice arttı. Selçuk da yorulmuştu zaten, ilk seansı böylece kapatıp karaya çıktık. Bu sırada geceyi burada geçiren arkadaşlar ayılmış kahvaltı yapıyorlardı. Bizi görünce sağ olsunlar davet ettiler. Biz de birer dilim karpuz yedik. Balık vardı yoktu diye konuşurken Vehbi Ağabey koya geldi. İkisi büyük beş tane balık vardı belinde. O karaya çıkınca Yavuz Kaptan’ı aramaya arabaya gitti. Biz de ihtiyaç gidermeye. O kadar çok karpuz yemiştim ki sabahtan beri kaçıncı tuvalete gidişimdi bilemiyorum. Gün boyu bu böyle devam edecekti.
Yavuz kaptan Bandırma’dan yola çıkmış. Bizi saat 12 civarı Çakıl Köyünün limanından alacakmış. Biz de ikinci seansa başladık. Selçuk daha yüzmeye başlamadan bir balık buldu. Heyecanla zıpkının ucuyla bana gösterdi . Ben Ok işareti yapıp ileri doğru yüzmeye başladım.
Uzun süre büyük balık göremedim. Ayağım yine acımaya başlamıştı. Derken büyük ya da değil bir balık vurayım artık diye düşündüm. Aşağıda balığı gördüm. Yanına inmeden tepesinden zıpkını ateşledim. Tam ensesinden girdi zıpkın. Balığı çekip aldım ama yanıma gelince hepten küçüldü. Neyse kısmetimiz buymuş deyip Selçuk’u aramaya başladım. Onu bulamayınca Vehbi Ağabeyi aradım. Onu bulduğumda sırtında bir sürü balık vardı. Benim balığı sordum. Çilek balığıymış. Pek yenilecek bir balık değilmiş. Bu koyda en çok gördüğüm balık türüydü.
Balığı teslim ettikten sonra çeşme başından karaya çıktım. Selçuk orada bir ihtiyarla konuşuyordu. Baktım balığı yok. Meğer sırtından vurduğu balığın üst tarafı yırtılmış balık da kaçmış. Saat on bire geliyordu. Ekmek arasına domates peynir koyup bir güzel yedik. Karnı doyup sesi kesilen Selçuk bir müddet sonra uykuya daldı.
Saat on ikide Yavuz Kaptan teknesi ile gelip bizi limandan aldı. Sonra adalara doğru yola koyulduk. Arada bazı noktalarda tekne duruyor, Yavuz Kaptan ve Vehbi Ağabey dalıp balık vuruyorlar, salyangoz çıkarıyorlardı. Salyangozun kilosu 1 YTL den satılıyormuş. Günde 1 ton salyangoz çıkaran oluyormuş.
Selçuk teknede kafayı koyduğu gibi uyudu. Önce kamarada uyuyacaktık ama hem deniz sallantılı hem de kamara havasız ve karanlıktı. Girmemizle çıkmamız bir oldu. Ben de 15 – 20 dakika kadar kestirdim sanırım. Bir ara sıcak bastı atladım mayo ile denize. Tekneye çıkarken de dizimi teknenin altına sürttüm. burası hep midye bağlamış. Dizim çizik çizik oldu. Beni tanımayan biri görse Müslüm dinlerken faça atmış diye düşünebilir :).
Bizi, adını bilmediğim bir adanın koyunda suya indirdiler. Siz burada eğlenin biz dönüşte alırız dediler. Yaklaşık 2 saat balık aradık ama bulamadık. Ben yavaş yavaş üşümeye de başladım. En sonunda Selçuk’u buldum hadi karaya çıkalım dedim. O da yorulmuş zaten, tamam dedi. Önce kıyıya yakın bir kayada soluklandık. Selçuk’un zıpkınının ipi, şişe geçtiği yerden incelmişti. Vehbi Ağabey ile Yavuz Kaptan tamir ettiler. Bu sefer de ipin boyu kısaldı. Onlar da yeni bir iple parça yaptılar. Kayadayken Selçuk zıpkını havaya doğru atınca şiş koptu gitti. Selçuk da arkasından tabi :). Bulup getirdi şişi. Eğreti olarak ipi bağladık ama zıpkın olayına noktayı burada koymuş olduk.
Beraber taşlık bir kıyıya çıktık. İrili ufaklı çok güzel taşlar vardı. Ben biraz taş topladım. Balık vuramadık eli boş dönmeyelim dedik :). Derken uzaktan bizim kayık göründü. Sahile kadar girip bizi aldılar. Sonra da dönüş yoluna koyulduk. Fazla balık yok dediler, bizim vuramamamız normalmiş. Eylül’de göç zamanı iyi balık olurmuş. Onlar epey bir balık almışlar denizden. Bir güzel istiflediler, bize de kasanın önünde poz vermek kaldı.
Saat yedi gibi eve döndük. Ganimetimizi teslim edip duşa girdik. Gönen yolu üzerinde Karides Balık Lokantasına gidecektik. Bandırmadan yaklaşık 35km uzaklıktaydı. Oraya vardığımızda saat sekize geliyordu. Balıkları mutfağa teslim edip biz mezelere giriştik. Yedi orta boy balık ve bir büyük balık vermiştik. Biz de tam yedi kişiydik. Önce küçük balıklar ızgara edilmiş şekilde geldiler. Onlardan sonra da büyük balık özel soslu buğulama şeklinde geldi. Unlu, yumurtalı, kaşarlı bir sosu vardı. En üstüne de kaynar tereyağı dökülüp servis ediliyordu. Yediğim en güzel balıklardan biriydi.
Yemekten sonra dönüp eve geldik. Saat 23.30 gibi de hazırlanıp feribota doğru yola çıktık. Sağ olsun Vehbi Ağabey bizi feribota bıraktı. Aslı’ya ve ailesine de çok teşekkür ederim. Bizi en iyi şekilde ağırladılar, yedirdiler içirdiler. Bertanım fok balığım 95 kiloyu geçmiş yine :). Feribot gece yarısını on dakika geçe hareket etti. Ben elime doğum günümde Bertan ailesinin hediyesi olan kitabımı aldım ama iki üç sayfadan sonra dayanamadım uyudum. Aslı ile Selçuk da uyumuşlar. Uyandığımda klimadan üşümüş olduğumu fark ettim. Saat 02:15 de Yenikapı’ya geldik. Bizi Erdem karşıladı. Buradan ona tekrar teşekkür ediyorum. Sen gecenin bir yarısı gel bizi karşıla üstelik 3 – 4 saat sonra da kalkıp işe gidecek.
Eve geldiğimde saat üçü geçiyordu. Hemen yatağıma girdim. Odam sauna gibi olmasına rağmen hemen uykuya dalmışım.