24 Temmuz 2005
Sabah yeni odamda uyandım. Dün evi iki kat aşağıya, 7 numaraya taşımıştık. Her tarafım ağrıyordu. Yine unutulmaz doğum günlerimden biri diye düşündüm. 2003 yılında da doğum günümde yüksek lisans tez savunmamı yapmıştım. Kahvaltıdan sonra biraz eşya düzenledim. On bire doğru da evden çıktım. Önce para çektim sonra Kara Kızıma benzin aldım. Oradan doğruca Selçuk’un galeriye gittim. Erdem ve Selçuk gelmişlerdi. Ahmet’ten ise haber yoktu. İki cep telefonu da kapalıydı. Rotayı Ahmet gelirse Sapanca gelmezse Abant diye konuşmuştuk. En sonunda adama ulaşabildik. TEM Opet’te buluşacaktık.
Bu arada arkadaşlar doğum günümü kutladılar. Bertan ailesi Ahmet Ümit almış bana. Hem de benim almak istediğim eserlerini. Buradan tekrar teşekkür ediyorum.
Yaklaşık on dakika bekledikten sonra giyinmeye başladık. Bot, bellik, mont, eldiven, kulak tıkacı, kask derken on dakika da öyle geçti. En sonunda ben, Selçuk, Erdem üç motosikletli yola koyulduk. Opet’te Ahmet ile buluştuk. O benzin aldı biz de son kontrolleri yaptık. Tekrar vurduk motorları yola. Otoban hafiften kalabalıktı. Ahmet ve Selçuk koptu gitti. Ben de peşlerinden. Bir miktar süratli gittikten sonra Erdem için yavaşladık. 120 km/sa ile yol almaya başladık. Arada Selçuk gaza gelip uzuyordu. İzmit mevkiinde tünellerden sonra motoru çok sağlam yatırdı. Ben de peşinden takip ediyordum ama o sürekli yatıyor ve küçülüyordu.
Yolda yapım çalışması vardı. Yolu karşıya verdiler ve kukalarla ayrılmış yolda ilerlemeye başladık. Burada otolar sağ olsunlar beni görünce ya da duyunca kenara çekilip yol veriyorlardı. En sonunda önüme bir otobüs çıktı. Onu sollamadım zira yol tekrar normal şeride geçiyordu. İleride Ahmet ile Selçuk’u gördüm. Derken Ahmet sağı işaret etti. Üçümüz kenara çektik. Meğer Ahmet benim sollamadığım otobüsü sollamış ama kukanının birine de kafadan girmişti. Kuka havalanıp arkaya uçmuş. Motorda fazla bir şey yoktu.
Bu olaydan yaklaşık 20 km sonra Sapanca sapağına geldik. Sapaktan çıkıp şehir merkezi tabelalarını takip ederek sahile ulaştık. Burada soyunup döküldükten sonra durum kontrolü yaptık. Ahmet arkadaşı Bülent komiseri aradı. Onu beklerken de kukanın bıraktığı izleri temizledi.
Sonra klasik fotoğraf çekme çekilme işlerine giriştik. Gölü, motorları çektik. Ne de olsa internet gezi gazetecisi olduk. Okurlarımıza mahcup olmamak lazım.
Selçuk, hadi gel beni çek dedi. E tamam dur iki dakika sabırsız adam, geliyorum. Deri pantolonuyla göl çevresinde bir anda ilgi odağı oldu. Kisbet giymiş pehlivan edasıyla salına salına yürüyordu. Bir dükkan buldu da değiştirip huzura erdi.
Derken Bülent kuzeni Ercüment ile beraber geldi. Bir şeyler içmek için bizi göl kenarındaki lokantalardan birine götürdü. Aşağıdaki fotoda yayın balığı lokantanın taş havuzunda yüzüyordu.
Motorları gölge bir yere park ettikten sonra lokantaya girdik. Gayet güzel ve temiz bir yerdi. Hesapta bir şeyler içecektik ama herkes acıkmış. Zaten Selçuk acıktı mı doyurana kadar rahat vermez insana :). Biz de kiremitte kaşarlı alabalık siparişi verdik. Önden de sıcak lavaş, tulum, tereyağı….
Balık en sonunda geldi. Aman ne manzara o öyle. Şimdi resme bakarken yine ağzımın suyu aktı :). Yaladık yuttuk haliyle. Üzerine de kavun karpuz…
Yemekten sonra biraz sahilde dolaştık. Selçuk Aslı’ya bir kolye aldı. Sonra yine resimler resimler…
Sahilde yürürken aşağıdaki resimde görülen afacanlara rastladım. Önce meraktan ne yapıyor bu adam diye baktılar. Ben de bu anı kaçırmadım tabi. Fotoğraflarını çektikten sonra mızıldanmaya annelerini çağırmaya başladılar. Ben arazi tabi. Neme lazım telif hakkı neyin isterler :).
Tekrar motorların yanına döndük. Bülent Ahmet’in, Ercü de Selçuk’un arkasına oturdu. Ercü’nün yaptığı büyük hata tabi. Selçuk’un arkasına oturulur mu hiç :). Bunlar önde ben ve Erdem arkada yola koyulduk. Önce güzel sitelerin olduğu yemyeşil bir yere gittik. Oradan da İstanbul Deresi Köyü’ne.
İstanbul Deresi Köyü yolu biraz bozuktu. Gerçi Sülüklü Göl yolu ile karşılaştırıldığında kaymak gibiydi :). Yolu çıkarken Soğucak Yaylası sapağını gördüm. Ama yolu kötüydü. Bizimkileri girmeye ikna edemedim. Enduro mu alsak ne yapsak? Şöyle bir R1200 GS yakışır hani.
Yol üzerinde çeşitli dinlenme tesisleri ve lokantalar vardı. Biz Bülent’in bildiği bir tanesine girdik. Ahşap bir köprüden geçip aşağıda resimde gördüğünüz alana geliyorsunuz. Bir de baktık bir sürü motor kapının önüne sıralanmış. Almanya’dan gelen iri kollu motorcu ile ayak üstü sohbet ettik.
Kapıdan girince cennete geldim sandım. Yeşilin her tonu sizi kucaklıyor. Sağa sola hamaklar yapmışlar. İnsanlar keyif yapıyor. Tam ortadan İstanbul Deresi akıyor. Biraz daha ilerleyince dere yatağına inebiliyorsunuz. Yüksekliğin ve derenin getirdiği bir serinlik var.
Ben hemen çevreyi keşfe koyuldum. Yolu bitirip dere yatağına indim. Baktım arkadan bizim takım da geliyor. Sonra yukarı çıkıp resim çekildik. Doyamadık aşağı inip resim çekildik. Bazı arkadaşlar ayakkabıları çorapları çıkarıp ayaklarını dereye soktular. Zehirlenen balık var mı bilemiyorum :).
Bu pozları verirken dereye düşüp boğulama tehlikesi de geçirdim. Yosuna denk gelince kaydım. Allah’tan kedi gibiyim de vaziyeti kurtardık.
Biraz daha takıldıktan sonra buradan ayrılıp Bülentlerin yazlığına gittik. Burada Bülent’in kuzeni Zafer ile tanıştık. Ne yazık ki akıl edip orada fotoğraf çekilmemişiz. Ben Selçuk’la F1 seyrettim. Alanso birinciliği garantileyince biz de yarışı bitirmeden TV’nin başından kalkıp arkadaşların yanına gittik. Hep beraber tekrar sahile döndük. Dondurma yiyip serinledik.
Sahilde aşağıdaki resmi çektim. Herkes kiraz, portakal festivali yapar Sapanca şiir festivali :). Hem de uluslararası.
Saat beş civarı arkadaşlara teşekkür edip 4 motorlu İstanbul yoluna koyulduk. Dönüş yolu daha kalabalıktı ama biz daha hızlı geldik. Bir ara R1200 GS in biri peşimize takıldı. Beni geçti :). Selçuk ve Ahmet’le de epey önlü arkalı gitti. Aralardan derelerden kıvırta kıvırta gidiyordu. Ben araba gibi yol istiyor önüm açılınca gazı kapatıyordum. Bir ara yol boşalınca 230km/sa civarı gidip arkadaşları yakaladım. Sonra Selçuk gazı kapatıp uzadı. Biraz sonra da turnikelere girdik. Bende ve Selçuk’ta OGS olduğundan biz hemen geçtik. Selçuk kenara çekmiş bekliyordu. Birazdan Ahmet de geldi. Sonra da GS yanımızdan hızla geçti. Yaklaşık 10 dakika sonra da Erdem geldi :).
Benim karnım zil çalıyordu. Yola çıkmadan önce Zeynel’e, köfte yemeye gitmeyi kararlaştırmıştık. Aslı da oraya gelecekti. Saat altı buçuk civarı soluğu Zeynel’de aldık.
Hemen sofrayı donattırdık. Köfteler, piyazlar, ayranlar havada uçuşuyordu :). Selçuk Aslı’ya aldığı kolyeyi verdi. Yukarıdaki fotodan da anlaşılabileceği gibi çok yakıştı şirineye. Aslında boydan çekecektim ama utandı :).
Ahmet köfteciden sonra bizden ayrıldı. Ufak bir kask diyaloğu geçti aramızda. Normalde hiç kasksız binmem motora Ahmet’e de kızarım kaskını tak diye. Bu sefer Zeynel’den Mado’ya kadar ben de takmadım. Haliyle Ahmet’in diline düştük. Allah Ahmet’in diline düşürmesin. Bunu en iyi Selçuk bilir :).
Mado’da benim tatlımı Erdem ısmarladı. Vakti zamanında bir iddiaya girmiştik: Çin işi motorların ön tekerlerinde ABS yazıyor. Ben bizim bildiğimiz ABS değildir o dedim. O bildiğimiz ABS diye ısrar etti. Sonra o yazıyı görünce ben tatlıyı ısmarlamıştım Erdem’e. Fakat sonradan öğrendim ki Çinli zeki arkadaşlar bunu bizim bildiğimiz şekilde kullanmıyorlar. Anti Blokaj Sistem değil de Brembo gibi bir marka olarak kullanıp saf vatandaşları kandırıyorlarmış. USA diye bir köy kurmuşlar, burada üretilen şeylere Made in USA damgası basmışlardı. Neticede Erdem tatlımı ısmarladı; şimdi bir tatlı borcu kaldı.
Mado’dan sonra evlere dağıldık. Evli evine Erenköylü köyüne. Ben de evime geldim ama hala benimseyemedim şu odayı. Biraz günlüğümü karaladım sonra bu tatlı yorgunluğun üzerine uykuya daldım.