26 Eylül 2005
Bremerhaven adından da anlaşılabileceği gibi Bremen’in limanı. Bremen’in yaklaşık 50 – 60 km kuzeyinde kalıyor. Evden öğlene doğru yola çıktık. Bir saat sonra aracımızı hayvanat bahçesinin önüne park etmiştik. Önce hayvanat bahçesini gezecek sonra da deniz müzesine uğrayacaktık. Hayvanat Bahçesinde (Zoo am Meer) daha çok kutup ve soğuk iklim hayvanları var. Denizin hemen kenarına kurulmuş. Modern bir görünüşü var.
Hayvanat bahçesine girer girer girmez bizi kutup ayıları karşıladı. Hayvanat bahçesi iki katlı olarak dizayn edilmiş. Yukarıdan hayvanları karada görüyorsunuz. Bir alt kata indiğinizde ise onları camın arkasından suda yüzerken, oynarken seyredebiliyorsunuz. Özellikle kutup ayısının suda yüzmesini seyretmek çok eğlenceliydi. Çok muazzam bir hayvan. Suda size doğru gelirken ister istemez kendinizi çok aciz hissediyorsunuz.
Dediğim gibi daha çok soğuk iklimde yaşayan hayvanlar var. Kutup tilkisi de bunlardan biriydi. O kadar güzel bir kürkü var ki anlatamam. Çok şirin bir hayvan. Kim bilir kaç tanesi, süslünün biri giyecek diye, kürkü için katledilmiştir. Penguenler, foklar, ayı balıkları, bir sürü yırtıcı kuş… diğer hayvanlardı. En çok ilgi çeken hayvanlardan biri de pumalardı. Kaldıkları bölüm epey büyük. İki ayrı yerden seyredebiliyorsunuz. Ben yanlış yerden bakıyormuşum. Sonra Volkan öbür tarafa çağırdı. Camın hemen önüne yatmış duruyordu biri. Aramızda sadece 2-3 cm kalınlığında bir cam vardı. Tabi hemen tipik bir geyik döndü Ahmet, Volkan ve benim aramda. Puma ile karşılaşırsan onu dövebilir misin?
Alt katı da bitirdikten sonra en yukarı çıktık. Burada hayvanat bahçesi ile ilgili hediyelik eşyalar vardı. Ayrıca bir şeyler yiyip içebileceğiniz bir kafeterya da var. Minik Kağan’ın karnı acıkmıştı. Nermin ile dayısı onu yedirirken ben de bir kaç foto çektim. Daha sonra hayvanat bahçesinden çıkıp deniz müzesinin yolunu tuttuk.
Denizcilik Müzesi iki bölümden oluşuyor. Açık hava kısmında bir sürü restore edilmiş irili ufaklı tekne var. Bazılarını bilet alarak gezebiliyorsunuz. Biz tercihimizi denizaltıdan yana kullandık. Kağan Paşa ile beraber denizaltıya girdik. Kapalı alan korkusu olanlara tavsiye etmem. İçerisi oldukça dar. Hele kaldıkları odalar, yemek yedikleri yerleri görmeniz lazım. Kendimi bu denizaltıda düşünemiyorum. İnsanlar aylarca bu ufacık ölüm makinesinin içinde yaşamışlar. Bütün bunları düşünerek denizaltıyı gezdim. Arada hoparlörlerden alarm sesleri yükseliyor. Gemi dalışa geçiyor. İnsan ister istemez heyecanlanıyor. Ama o sırada Kağan’ı dümene yapışmış görünce düşüncelerden kurtulup gülümsüyorum.
Denizaltıdan sonra çevreyi gezmeye devam ettik. Daha sonra müzenin ikinci kısmı olan kapalı alana girdik. Kapalı dediğime bakmayın. İçinde gemilerin olduğu kocaman bir hangar. Denizcilikle ilgili aklınıza ne gelirse var. Üniformalardan tutun, gemi çanlarına kadar… Bir çok ünlü geminin maketleri var. Yine bazı transatlantiklerin kamaralarını aynen yapmışlar. Bazılarının içine girip gezdik.
Bir bölümde de kocaman bir havuz karşıladı bizi. Ne olduğunu anlamaya çalışırken arka tarafa geçtik. Orada bir sürü uzaktan kumandalı gemi ve uzaktan kontrol ünitelerini gördük. Ne yazık ki biz gittiğimizde kapanmış. Yarım saat önce gelsek biz de kullanabilirmişiz tekneleri.
Oldukça büyük olan müzeyi gezmek beni yordu. Bir de kapanma saati yaklaştığından ve her yerini gezmek istediğimden koştura koştura gezdim. En son Frankfurt Otomobil fuarını gezerken böyle yorulmuştum. Ama görmediğim yeri kalmadı. Müzeden çıkıp MP3 ve hafıza kartı (MMC) alışverişine çıktık. Ahmet burada mı vermiştim sana garantiyi?