3 Temmuz 2005
Geçen hafta, yaz geldiğini hissettirdi. Hafta içinden başlayarak sıcaklıklar tırmanmaya başladı. Biz de arkadaşlarla havuza gidelim dedik. Havuzu da uzakta bir yerden seçelim ki motorla gittiğimize değsin diye düşündük. Neticede Şile Doğa Club’da karar kıldık. Hande motor ve kask ayarlamamıza rağmen gelmekten vazgeçti. Bakın Hande hanım söz verip gelmezseniz böyle afişe olursunuz işte :).
Sabah kalktığımda hava kapalıydı. “Şansa bak” dedim kendi kendime. Mehmet’i almak üzere BMW Z3 ile yola koyuldum. Z3 de nereden çıktı demeyin, o başka bir hikaye. Önce Ethem Efendi’deki Şimşek fırınından sıcak açma aldım. Hem de zeytinli. Mehmet’i almaya Bostancı’ya giderken onları mideye indirdim. Ne de olsa otomobilimiz otomatik vites. Üstü açık 200 beygirlik bir otomobille sabah sahilde tatlı motor homurtuları içinde yol almak ve bir yandan sıcak zeytinli açmaları dişlemek… Kara Kızım kıskanmasın ama çok büyük keyif.
Mehmet beni görünce şaşırdı. Bu ne böyle dedi. Benzin canavarı dedim. Yol bilgisayarı kalan benzinle gidilecek km’yi yine 0 (sıfır) gösteriyor. Bir onluk attık depoya, iki yan iki gaz o da bitmiştir zaten Bimex’e kadar :).
Erdem ve Selçuklar gelmiş bizi bekliyorlardı. Ahmet’i yoldan alacaktık. Erdem erken gelip motorunu yıkamıştı. Kulak tıkaçlarımızı takıp 3 motor yola koyulduk. Selçuk Suzuki V-Strom DL1000’i almıştı. Aslı, artçı için daha rahat bir motor olduğundan DL’yi Kawasaki ZX12’ye tercih ediyor. TEM’e girerken motoru bir güzel yatırdım, Mehmet de benle beraber iyi yatmış olmalı ki çok güzel döndük virajı. Sonra Şile sapağına saptık. Orada Ahmet’i bekleyecektik fakat ben yolda durup beklemeyi uygun bulmadığım için devam ettim. Yavaş yavaş gideriz onlar nasıl olsa yetişir diye düşündüm. Yol tatilcilerden zaten kalabalıktı, bir de kaza olmuş iyice ağırlaşmıştı trafik. Şile’ye kadar sorunsuz bir yolculuktan sonra baktık bizimkiler hala gelmiyor, Şile çıkışı Ağva sapağında uygun bir yerde sağa çekip beklemeye başladık. Yaklaşık yedi sekiz dakika sonra en önde DL gözüktü. Biz de Kara Kız’a atlayıp peşlerine düştük. Yaklaşık 2-3 km sonra Doğa Club’ın kapısındaydık. Rezervasyona gidip havuz girişimizi yaptık. Havuz 35 YTL. İstek Kartıma indirim yapmadılar. Ama konaklamalarda %30 indirimimiz varmış.
Bizden kimliklerimizi alıp sanal para akbilleri verdiler. İçerde harcamaları bunlarla yapacakmışız. Aman kimliklerinizi verirken görevlilerin nereye koyduklarına dikkat edin. Sonra bulamıyorlar, “vermediniz ki” diyor leyla görevliler. Motor kıyafetlerinden kurtulup mayolarımızı giydikten sonra havuz başına kurulduk.
Ben hemen kendimi havuza attım. Su bulanıktı. Kloru fazla kaçırmışlar. Havuz gözlüğümü de evde unutmuştum. Gözlerim biraz acıdı. Hava burada İstanbul’dan daha açıktı. Yine de yağmur bulutları üzerimizden geçiyor arada gölge yaparak bizi serinletiyordu.
Havuzda yüzdükten sonra Aslı’nın nefis böreklerinden nasiplendik. Bu arada masa tenisi ve air hokey oynadık. Hep havuz hep havuz olmuyor. Zaten güneşlenmeyi seven bir tip de değilim insan arayışlara giriyor.
Havuza gelenlerin yaş ortalaması 50 civarıydı. Baktık canımız sıkılıyor biz kendi animasyonumuzu yapmaya karar verdik. Ne yapalım ne yapalım derken deve güreşinde karar kıldık. Önce Mehmet ile Erdem; Selçuk ile Ahmet takım oldular. Ahmet ile Erdem yukarıda güreşe başladılar. Ahmet bir el ense ile Erdem’i havuzun derinliklerine yolladı. Mehmet Erdem’in omuzlarına çıkınca da durum değişmedi. Erdem’i Aslı’nın yanına yollayıp Mehmet ile ben takım olduk. Ben yukardayken iki kere adamları düşürdük. Sonra Ahmet faullü oynamaya başladı :). Adam sağ gözüme çalışarak 3-4 kere bizi düşürdü. Sonra yer değiştirdik. Mehmet yukarıda denedik yine sonuç değişmedi. Selçuk üstte çok tercih ettiğimiz bir kombinasyondu. Her seferinde devirdik. Ben havuz oyunlarına ara verirken Selçuk ve Ahmet suyun altında kim daha uzun nefes tutacak diye iddialaştılar. Erdem de zaman hakemi oldu. En son kırmızı suratlarla geldiklerinde sordum bir buçuk dakikaya çıkmışlar. Keşke büyük biraderim Çağrı da olsaydı. Çok rahat iki dakikanın üzerine çıkıyor.
Hafif bir şeyler atıştırdıktan sonra havuz oyunlarına geri döndük. Deve güreşinden herkes bezmiş ki yeni arayışlara girdik. Üçlü kule yapmaya çalıştık. Bunda 2 kere başarılı olduk ama Selçuk’um deve güreşinde boynu sakatlananım yatıp dinlendiği için fotoğraflayamadık. Başarılı kule şu şekilde oldu. Ahmet Mehmet’i sırtına aldı. Ben de ikisini beraber kaldırdım. Diğer kule ise Erdem, Mehmet ve en altta Ahmet’ten oluştu. Millet de bizi seyredip eğlendi. Özellikle turistlerin çok hoşuna gitti yaptıklarımız. Bizden havuz parası almamaları gerekirdi.
Bir de bebişimiz vardı. Çok tatlı bir şeydi. Onu da güldürdük epey. Alpiş de olsa ne güzel oynardık amca yeğen. Bir ara Ahmet’le teke tek güreş tuttuk havuzda. O benim ne kedi olduğumu bilmiyor tabi. Bacaklarımı tutmak istiyor ama tutturmazlar delikanlı. İki kere salto verdim arkadaşa. Bir ara kafa kafaya verdik Kırkpınar pehlivanları gibi. Güreş yoruyor insanı. Hele 90 küsur kiloyu yerden kesip aşırıp sırt üstü vurmak havuzda bile olsa zor iş . Değil mi Ahmet’im salto yiyenim.
Saat dört gibi havuzdan çıkıp dönüş için hazırlanmaya başladık. Rezervasyona akbilleri teslim edip kimlikleri geri aldık. Bu arada Ahmet’in ehliyeti bulamadılar. Siz vermemiştiniz diyorlar. Biz ısrar ediyoruz verdik diye. En son bir yerden buldular ama ayıp ettiler doğrusu. Bir de yalancı diyorlar bize. Ne yalan borcumuz varsa. Dönüş yolu kalabalıktı. Yine de rahat bir yolculuktan sonra Bimex’e vardık. Gezinin değerlendirmesini yapıp evlere dağıldık.
Ben Mehmet’i bırakıp eve geldim. Hemen bir duş aldım. Biraz kendimi dinledim ne var ne yok diye:
- Güneş yağını az sürmekten hafif sızlamalar,
- Klordan gözde yanma hissi,
- Deve güreşinden boyun ağrısı, elde çizikler, gözde şiş, boyunda ve omuzlarda sızlamalar,
- Su güreşinden sırtta, ayakta çizikler,
- Hafif bir baş ağrısı,
- Son ve en önemlisi boş bir mide.
Ama dostlarla beraber güzel bir gün geçirmenin verdiği mutluluk her şeye bedel.