Hillside Beach Club Motosiklet Gezisi

18 – 24 Nisan 2012

Gidenler bilir; Türkiye’nin en gözde tatil tesislerinin başında gelir Hillside Beach Club. Çam ağaçları içinde kendine özel bir koyda yer alan tesis, yeşil ile maviyi kucaklar. Personel bir dediğinizi iki etmez, yemekler şahanedir, üstelik benim gibi sporu sevenler için Beach Club biçilmiş kaftandır. Hillside City Club üyeleri ve onların aileleri için her açılış ve kapanış dönemlerinde belli bir kontenjan ayrılıyor. Bizim Trio tayfası da bu seneki açılışa yoğun ilgi gösterdi.

Grubumuz yaklaşık 20 kişi olmuştu. Evet hep beraber Beach Club’ın açılışına gidiyorduk ama nasıl gidiyorduk? Bu bol manzaralı, bol virajlı Ege Sahillerini Bukefalos’un üstünde; bahar havasını doya doya içime çekerek gezmek ne güzel olur. Motosiklet sahibi arkadaşlara yola motor ile çıkacağımı isterlerse bana katılabileceklerini söyledim. En nihayetinde her zamanki gibi Alp ile iki motosiklet bu yolculuğa çıkacağımız anlaşıldı. Biz iki gün önce yola çıkacaktık. Grubun geri kalanı ise Cuma sabahı uçakla tesise geleceklerdi.

1. Gün Rotası: Bandırma – Akhisar – Güneyli – Akköy

18 Nisan, Çarşamba

İşin içine motor girince hava durumu daha mühim oldu. Şansımıza yola çıkacağımız Çarşamba günü için hava durumu hiç de iç açıcı görünmüyordu. Hem kuvvetli fırtına uyarısı vardı hem de şiddetli sağanak.

Yenikapı – Bandırma feribotu için sabah saat altıyı çeyrek geçe Boğaz Köprüsüne yakın bir yerde Alp ile buluştuk. Hava yeni aydınlanıyordu. Henüz yağmura dair bir belirti yoktu. Aksine fırtına öncesi sessizliği yaşıyordu İstanbul.

ve yolculuğumuz feribotta başlar…

Feribotun yarısı boştu. Motorları baş tarafa bıraktıktan sonra yukarı salona çıktık. Alp bir şeyler atıştırıp yola çıkmış. Ben de feribotta peynirli sandviç aldım. Susurluk’a kadar idare edeceğim artık. Fırtına henüz Marmara Denizi’ne ulaşmamış olacak ki Bandırma’ya kadar sakin bir yolculuk oldu.

Bukefalos ve Karaca Bey yola çıkmaya hazır

Feribottan indikten sonra yolculuğumuz gerçek anlamda başlamış oldu. Saat dokuz buçuk gibi Susurluk yoluna girdik. Hava ve yol şartları oldukça uygundu. Sadece ortalamanın üzerindeki rüzgar bizi biraz rahatsız ediyordu. İlkbaharın etkisiyle her yer yemyeşildi. Rengarenk çiçekler ve onların mis kokusu eşliğinde keyifle yol alarak Susurluk Yasa Tesislerine geldik. Klasik Susurluk tostumuzu ve ayranımızı alıp motorların karşısına kurulduk. Bu arada Ali Ağabey aradı. Aklı bizde kalmış. İstanbul’da yağmur başlamış. Burada da kara kara bulutlar üzerimize çöreklenmeye başladı zaten. Kuvvetle muhtemel yağmur indirecek. Yağmurlukları hazır tutmak lazım.

Susurluk Yasa Tesisleri
Susurluk tostumuzu yiyelim, ayranımızı içelim
Değirmenboğazı Tabiat Parkı

Susurluk’tan ayrıldıktan bir süre sonra şiddetli bir fırtına çıktı; Değirmenboğazı Tabiat Parkı yakınlarında da beklediğimiz yağmura yakalandık. Tabiat parkının yanındaki benzin istasyonuna girip yağmurluklarımızı giydik. Bu arada yağmur ve rüzgar şiddetini arttırmıştı. Tekrar yola koyulduğumuzda fırtına yüzünden motorlar dik durmuyordu. Her sollama yeni bir maceraydı. Özellikle kamyonları geçerken kesilen rüzgar sollama bitince tokat gibi yüzümüze çarpıyor, kontra vermezsek motorları diğer şeride atıyordu. Ben araba taşıyan bir kamyonun arkasına takıldım. Dorsesi oldukça alçak olduğundan arkasından su atmıyordu. Balıkesir’e kadar bu kötü şartlarda yolculuk ettik. Balıkesir’i geçtikten sonra yağmur biraz hafiflediyse de Akhisar’a kadar kesilmedi.

Yağmurluk giyme molası

Akhisar’da mola verip Köfteci Ramiz’e girdik. İzmir’e ya da Bodrum’a giderken mutlaka durup köfte yerim Ramiz’de. Hatta İstanbul’a şube açtıklarında çok sevinmiştim. Ama bu sevincim kısa sürdü. Akhisar’da yediğim köftelerin tadını İstanbul’da alamaz olmuştum. Acaba yolda yenen yemek mi daha lezzetli geliyor yoksa bayiler mi bu işi beceremiyor bilmiyorum. Ama işte yine Akhisar’dayım ve köfteler oldukça leziz. Biz yemek yerken yağmur kesildi ve güneş bulutların arasından bize göz kırpmaya başladı. Islanan ekipmanları güneşe çıkarıp kuruttuk. Lakin tam biz hazırlanırken yağmur tekrar atıştırmaya başladı. Gideceğimiz yöne baktığımda gökyüzünün açık olduğunu gördüm. Yağmurluğumu giymeden yola koyuldum. Yağmurlukla motorun üzerinde rahat edemiyorum.

Akhisar Ramiz
Kara kara bulutlar peşimizde

Akhisar’dan Salihli yoluna saptık. Manisa yolunun aksine burada trafik yoğunluğu oldukça az. Alaşehir’i de geçtikten sonra Denizli’ye iyice yaklaşmıştık. Son fotoğraf molamızda Alp’e Güney Şelalesi’ne gitmeyi teklif ettim. Güney yazan tabeladan sola sapıp oldukça manzaralı bir yola girdik. Güney ilçesinin içinden şelale yazılarını takip ederek Cindere Barajı’na ulaştık. Bu arada baraj yolu oldukça kırıcı. Buke’yi uzun süre ayakta kullanmaktan bacaklarım şişti. Barajın orada tam bir fırtına çıkmıştı. Her şey uçuşuyordu.  Ama ortalıkta şelale falan yoktu. Barajın üzerinden karşıya geçip sola sapınca bizi bir görevli karşıladı. Şelale az ilerdeymiş. Plakalarımızı yazıp bizden imza aldı.

Salihli-Güney yolu
Cindere Barajı

Ve sonunda Güney Şelalesi tüm haşmeti ve güzelliğiyle önümde akıyordu. Üç ayağım olmadığından tül efekti yapamadım. Hoş olsaydı da bu fırtınada düzgün durur muydu onu da bilemiyorum. Ben yoldayken bütün aile fertleri sırayla beni aramış. İstanbul’da hortum çıkmış. Herkes evlere kapanmış. Sen motorla yollarda ne yapıyorsun diye sordular. Dedim ki “Çok güzel bir tabiatın içindeyim. Az sonra da bu manzaraya karşı çay içeceğim. Beni merak etmeyin”.

Güney Şelalesi
Güney Şelalesi

Şelalede biraz vakit geçirdikten sonra Akköy’e doğru yola koyulduk. Bu arada baraj yolunda sıçrayan taşlardan biri sol sinyal camımı kırmış. Zaten her sene bir sinyal camı siparişim oluyor Borusan Oto’dan. Yolculuğun ilk gününden kırılması şanssızlık oldu.

Akköy’e arka yoldan akşam üzeri ulaştık. Akköy’ün girişinde bir koyun sürüsünün arasında geçerken, Alp beni arkadan fotoğraflamak istemiş. Ben bundan habersiz yola devam ettim. Bir süre gittikten sonra arkamda far göremeyince Pamukkale sapağında durup Alp’i beklemeye başladım. Hala gelmeyince telefon edip nerede olduğunu sordum. Yanlış bir yola girmiş. Navigasyona girip geleceğim dedi. Bir süre daha bekledikten sonra belki navigasyon onu başka yoldan getirecek diye düşünüp Pamukkale’nin üst girişine gittim. Motoru park edip Alp’i aradım. Yine yağmur başlamıştı. Alp motoru düşürmüş, otele gidiyormuş. Hay Allah diye söylenip ben de otele gittim.

Otele vardığımda ortalıkta kimsecikler yoktu. Bu arada şarjım da bitmişti. Otelin bahçesinde bir priz bulup telefonu şarja bağladım. Tekrar Alp’i aradım. Sadece motoru düşürmemiş, motorla beraber kendi de düşmüş. Durum tahmin ettiğimden daha ciddi diye düşündüm. Neden sonra Alp de otele geldi. Onu hemen odaya yerleştirdim, ben de motoru kontrol ettim. Sol aynanın iç camı kırılmış, sol sinyal yerinden çıkmış, sol sis farı eğilmişti. Sol silindirin koruma demiri de hafif yamulmuştu. Ayrıca sol arka çantada da çizikler vardı ama bağlantılarında bir sorun yoktu. Alp’in morali oldukça bozulmuştu. Onu teselli etmeye çalıştım. Neyse ki kendisine bir şey olmamıştı.

Akşam yemeğini kaldığımız otelde dandik köfte ile hallettik. Barcelona-Chelsea maçı için kahveleri dolaştık ama maçı veren bir yer bulamayınca otele geri dönüp yattık.

19 Nisan, Perşembe

Sabahın altısında uyandım. Alp de ayaktaydı. Sol bileği çok ağrıyormuş. Banyoda soğuk su tutmasını önerdim. Onun topalladığını görünce Denizli’de bir hastaneye gidip doktora görünmeyi teklif ettim. Yedi buçuk gibi kahvaltımızı yaptık. Hava düne göre oldukça iyiydi. Yağmur ve rüzgar durmuştu. Gerçi hava tam açmamıştı ama güneş bulutların arasından gözüktüğünde içimizi ısıtıyordu. Alp toparlanırken ben iki motoru da yıkadım. Karaca Beye bir de temizken hasar tespiti yaptım. Çamura düştüğünden motorda herhangi bir çizik yoktu. Bir sürprizle karşılaşmadık.

Günün rotası: Pamukkale – Denizli – Kale – Akyaka – Marmaris

Saat dokuza doğru yola koyulup Denizli’ye gittik. Alp, Pamukkale’yi artık başka bir bahara görecek. Hastanede röntgen çektirdik. Bilek sağlam. İçimiz rahatladı. Hastaneden ana yola çıkarken bir motor servisi gördüm: Coşkun Motor. Alp’i durdurup motorları önüne çektik. Karaca Bey’i Yüksel Ustanın tecrübeli ellerine teslim ettik. Başka bir motorun aynasının camını bizim aynaya uydurdu. Sis farı düzeltildi. Ben de sinyali yerine taktım. Bu arada dükkanda bulunan Gökhan Bey de sağ olsun bize rotamızla ilgili tüyolar verdi. Herkes çok sıcak davrandı. Hatta para bile almak istemediler. Alp zorla bir şeyler verdi. Anadolu insanının sıcaklığına bir kez daha tanıklık etmiş oldum. Bu arada Yüksel Usta BMW’lerin dilinden de anlıyor. Olur da Denizli civarında iyi bir ustaya ihtiyacınız olursa iletişim bilgileri şöyle:

Coşun Motor, Yüksel Akkaş. 0258 372 14 93 – 0542 802 54 10 Muratdede Mh Örnek cd Eski Zahire Pazarı Altı No:11 Denizli

Coşkun Motor

Alp de Karaca Bey de iyi olduğuna göre artık yola koyulabiliriz. Zaten oldukça fazla vakit kaybettik. Muhtemelen Datça turu yalan olacak. Bol manzaralı bir yoldan Kale’ye vardık. Kale ile Muğla arasındaki Esentepe tesislerinde yemek molası verdik. Bu arada Alp’in benzini de bitiyormuş. Yol bilgisayarına göre 20km sonra depo tam takır kuru bakır moduna giriyormuş. Buke ise daha 80km yol giderim diyordu.

Yeniden yollardayız

Kurt gibi acıkmışız. Önce 4 porsiyon sac kavurma yedik. O kesmedi 2 porsiyon daha geldi. Yanında mis gibi köy ekmeği ve köy yoğurdu. Karnım doyunca tatlı bir rehavet çöktü üzerime. Şimdi şuracıkta bir hamak olsa, bıraksalar da uyusam. Ama yolcu yolunda gerek. Şimdi önce Alp’in benzin sorunsalını çözmek lazım. Önümüzde 40km boyunca benzin istasyonu yokmuş. Biz de 4-5km arkamızda kalan benzinliğe gittik ama orada da benzin kalmamış! Ee ne yapacağız. Kale’ye geri gitsek benzin yetmiyor, Muğla zaten daha uzak. Depodan depoya hortumla benzin aktaralım dedik onu da beceremedik. Alp bir nefes çekti olmadı, ikinciyi çekti olmadı. Baktım gözleri kayıyor boş ver Kale’ye gidelim dedim. Tekrar Kale yolundayız. Neyse ki benzin yolda bitmedi. Yol bilgisayarı sıfır yazdıktan sonra üzerine 4-5 km daha gittik ve benzinciye ulaştık. Depoları doldurup tekrar Muğla’ya doğru yola koyulduk.

Esentepe Tesisleri
Sac Kavurmaya gel

Kale’den çıkarken duble yolda 104km/sa ile radara girdim. Hani otomobillerin 110km/sa ile gidebildiği, 120km/sa hızdan sonra ceza yazılan yol tipi. Halbuki yolculuk boyunca da hız sınırlarına uymak için oldukça dikkatli kullandım. Bu motorları adamdan saymıyorlar ya ona üzülüyorum. Bir de küçük kasaba polislerinin yokuş aşağı kurdukları tuzaklara. Neyse devlet zaten biz motorcuları hiç düşünmüyor. Ha motordan ÖTV’yi araba oranında alırken düşünüyor, onu es geçmeyelim. Haliyle benim tadım kaçtı. Ta ki Akyaka’ya kadar.

Akyaka’da bir otel
No: 22

Gökova’yı ayaklarımın altında görünce moralim düzeldi. Manzara bir yandan, sert virajlar bir yandan derken neşem yerine geldi. Ve işte Akyaka’dayız. Basketbol ve Hillside’dan arkadaşım olan Doruk burada bir otel açıyor. Açılış tarihi bizim Fethiye seyahati ile kesişince ona uğramak farz oldu. Akyaka’ya girince zaman birden durdu. Öyle sakin ve huzur dolu bir yer ki. Zaten İtalya’da ortaya çıkan Cittaslow (Sakin Şehir) hareketinin Türkiye’deki temsilcilerinden biri. Bu yazının yazıldığı tarihte, Türkiye’de bu payeye hak kazanmış diğer şehirler ise şöyle: Gökçeada, Seferihisar, Taraklı, Yenipazar ve Yalvaç.

Akyaka’nın limanına kadar indik. Doruk scooterı ile gelip bizi karşıladı. Otelin adı “22”. Limana oldukça yakın, sazlıkların hemen yanı başında yer alıyor. Açılış iki gün sonra yapılacağından ortalıkta hummalı bir çalışma var. Otelin hedef kitlesi Dünyanın en güzel uçurtma sörfü yerlerinden biri olan Gökova Körfezi’ne gelen sörfçüler ve macera sporu severler. Tabi motosikletçileri de unutmamak lazım.  Aslında genel olarak “riders friendly” mekanı diyebiliriz. Motosiklet, bisiklet, rüzgar ya da uçurtma sörfü… Neye biniyorsanız binin Otel 22’de rahat edeceğinizden emin olabilirsiniz.

Doruk otelden kazandığı ilk siftah parası ile poz veriyor

Bir saati aşkın bir süre Doruk ile hasret giderdik. Ona buradan tekrar yeni yaşamında başarılar diliyorum. İnsanın sevdiği şeylerin peşinde koşması ne güzel. Akyaka’dan ayrılırken tepede durup biraz kendimi dinledim. Gerçekten, koştura koştura nereye kadar?

Otel 22 hatırası
Yol bizi bekler
Akyaka’yı dikiz aynamda bıraktım
Muhteşem manzaralı, güzel asfaltlı Marmaris yolu

İki sene önce Marmaris’e gelirken yol çalışmaları henüz bitmemişti. Bukefalos’un şansına yol bu gelişimde cirlop asfalttı. Çam ormanları içinde kıvrıla kıvrıla akan bu hızlı virajlara sahip yolda motosiklet kullanmak büyük zevk. Bu yolu fotoğrafçıların çok sevdiği altın saatlerde geçmek ise ayrı bir zevk oldu benim için. Marmaris’e vardığımızda hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. 

Marmaris’te yine Hillside’dan arkadaşımız olan Acer ile buluştuk. Acer’in İçmeler’de apart oteli var. Sağ olsun bizi burada ağırlayacaktı. Ertesi sabah da beraber, Fethiye’ye, Hillside Beach Club’a geçecektik.

Marmaris

Otele gidip yerleştikten sonra, duşlarımızı alıp yemek için Marmaris’e gittik. Acer bizi marinadaki Neighbours Restaurant’a götürdü. Oldum olası yabancı isimli yerlerden hazzetmem ama mezeler ve balık gayet başarılıydı. Bu arada sofrada konuşurken Acer’e, Bozburun’a gidemediğimiz için yarın sabahtan gitmeyi düşündüğümüzü söyledim. O da bana Selimiye’ye gidip Sardunya’da kahvaltı yapmamızı önerdi. Marinada yaptığımız gezinti ile bu günü de noktaladık.

Alp ve Acer ile Neighbours Restaurant’ta balık keyfi

20 Nisan, Cuma

Gece oldukça iyi uyumuşum. Adeta Pamukkale’de kaldığımız dandik pansiyonun acısını burada çıkardım. Uyandığımda saat yediye geliyordu. Perdeyi aralayınca güneş beni selamladı. Hava hala serindi ama güneş insanın içini ısıtıyordu. Akşam Alp ile saat sekizde yola koyuluruz diye konuşmuştuk. Ben hazırlanıp motoru yükledim. Çantamı ise Acer’e bıraktım. Nasıl olsa Fethiye’ye beraber gidecektik. Sağda solda biraz fotoğraf çektim. Bir Alp klasiği olarak yola ancak saat sekiz buçukta çıkabildik.

Günün rotası: İçmeler – Selimiye – Bozburun – Marmaris – Göcek – Fethiye
Kaldığım odanın manzarası
Acer’in oteli: Mitos Apartments
Otelin önünden manzara

Datça ile Bozburun Türkiye’nin 9 Sıcak Noktasından biri olarak belirlenmiş. Hatta geçenlerde İZ TV’de bu 9 Sıcak Nokta ile ilgili bir belgesel kuşağı vardı. Bu noktalar, Doğal Hayatı Koruma Derneği ile Çevre ve Orman Bakanlığı’nın biyolojik çeşitlilik kriterlerine göre belirleniyor. Türkiye’nin diğer sıcak noktaları ise şöyle: Küre Dağları, İstanbul Ormanları, Akseki Ormanları, Karçal Dağları, Amanos Dağları, Babadağ, Yenice Ormanları ve Fırtına Vadisi.

ve Bozburun yolundayız…

Datça yolunu iki sene önce arabayla geçmiştim. Bozburun’a ise ilk gidişimdi. Üstelik bu yol daha dar ve virajlı olduğundan Buke’ye daha uygundu. Yalnız ne zaman virajlarda tempo yapmaya başlasam, bir süre gittikten sonra nefes kesen bir manzara yüzünden durmak zorunda kalıyordum. Hatta Alp’e dönüp “Bu kadar fotoğraf molası verirsek Selimiye’ye kahvaltı yerine öğle yemeğine gideceğiz galiba” diye takıldım.

Muhteşem manzaralı koylar
Selimiye’ye doğru son fotoğraf molamız

Sonunda Selimiye’ye ulaştık. Yoldan biraz içeri girip kahvaltı mekanımız olan Sardunya Lokantasını bulduk. Taş duvarların çevrelediği bakımlı bahçeye girdiğimizde karşılaştığımız manzara ikimizi de çok etkiledi. Bu arada burada konaklama imkanı da mevcut. Anladığım kadarıyla tekne ve motorlu yat camiasının yakından tanıdığı bir lokanta burası. Önünde kendine ait bir iskelesi bile var. Akşam balığınızı bu iskelenin üzerine kurulan masalarda denizin hemen üstünde yiyebilirsiniz.

Selimiye Sardunya Restaurant
Lokantanın iskelesi

Kahvaltıdan ikimiz de memnun kaldık. Özellikle beyaz peynir ve köy ekmeği çok başarılıydı. Her ne kadar şekeri hayatımdan çıkardıysam da köy reçellerinin tadına bakmayı da ihmal etmedim. Lokantadan ayrılırken ikimizin de aklında buraya bir de akşam gelip balık keyfi yapmak vardı. Kim bilir, belki bir başka bahara o da olur.

Bu manzaraya karşı kahvaltı keyfi

Kalbimizi Selimiye’de bırakıp Bozburun’a doğru tekrar yola koyulduk. Yine bir birinden güzel manzaraların eşliğinde virajları döne döne Bozburun’a ulaştık. Şehri yukarıdan fotoğraflayıp Marmaris’te Acer ile buluşmak için tekrar at bindik. Bu sefer virajların keyfini hiç durmadan çıkararak Marmaris’in çıkışındaki benzin istasyonunda Acer ile buluştuk. Hem kendimizin hem de atlarımızın susuzluğunu dindirdik. Bu arada bu gezimde depo üstü çantamda CamelBak taşıyorum. Uzun bir hortumu olduğundan kaskımı çıkarmadan hatta yolda giderken bile su ihtiyacımı giderebiliyorum.

Bozburun
Bozburun Limanı

Marmaris – Fethiye yolunu yaklaşık bir buçuk saatte aldık. Acer arabasıyla önden giderek radarlara karşı bize siper oldu. Göçek’te tünele girmek yerine dağ yolunu kullanarak motor seyahatinin ruhuna uygun bir şekilde davranmayı ihmal etmedik. Geriye dönüp baktığımda fotoğraf çekmediğimi gördüm. Hoş Göcek’ten sonra fotoğraf molası vermek istedim ama yol çalışmaları nedeniyle manzaraya ulaşamadık.

Hillside Beach Club (HBC), Kalemya Koyu, Fethiye

Ve işte muhteşem manzarasıyla Kalemya Koyu ayaklarımızın altındaydı. Üç gün süren motor turumuza burada biraz ara verecektik. Sabah uçağıyla gelen sevdiklerim ve arkadaşlarım çoktan odalarına yerleşmiş, plajda güneşlenmeye çıkmışlardı bile. Biz de motorları park edip soluğu onların yanında aldık. Bundan sonrası yeme içme, sohbet, deniz keyfi, bol bol spor şeklinde geçecekti.

HBC

21 Nisan, Cumartesi

Bugünü tamamen dinlenmeye ayırdım. Biraz tesisin tadını çıkaralım değil mi? Saat beş buçukta, Didem verdiği Zumba dersi ile Beach Club’ı salladı. Onu kadroya alırlarsa şaşırmam. Ben de onun dersini fotoğraflayıp, videoya aldım. Neyseki Canon 5D Mk II var. Her işimi tek bir makine ile halledebiliyorum. Hazır makinemi sahile kadar getirmişken Kemal ve Gamze’ye bir fotoğraf atölyesi düzenledim. Serenity Beach’e kadar yürüyüp fotoğraf çektik. Dönüşü de deniz motoruyla yaptık. Akşam erken yattım zira sabahtan Didemimle Saklıkent Milli Parkına gideceğiz.

Didem Zumba dersinde
Serenity Beach yolundan HBC manzarası
Tekneden HBC
Akşam sporu, basketsiz olmaz
Kalemya koyunda bir gün daha bitiyor

22 Nisan Pazar

Sabah erkenden kalktım. Didem ile kahvaltıya indiğimizde tesiste in cin top atıyordu. Kahvaltıda sadece üç masa doluydu. Biz de bu tenha kahvaltının keyfini çıkardık. Sıraya girmeden istediğimiz omletleri yaptırdık. Bu arada yemeklerin oldukça leziz olduğunu söylemiş miydim? Sekiz buçuk civarı yola koyulduk. Hava dünden biraz daha rüzgarlıydı. Yaklaşık bir saat süren rahat bir yolculuktan sonra Eşen Çayı’nın bir kolu olan Karaçay üzerinde yer alan Saklıkent Milli Parkı’na ulaştık.

HBC – Saklıkent – HBC
Karaçay
Saklıkent Kanyonu
Didemim

Kanyona 5 TL verip bilet alarak giriyorsunuz. Duvarlara monte edilmiş dar tahta bir köprüden yaklaşık 150-200 metre kadar yürüyerek kanyona giriyorsunuz. Buradan sonra uygun ekipmanınız varsa (mayo, su ayakkabısı, daha ilerisi için dağcılık ekipmanı) Karaçay’ı takip ederek kanyonun derinliklerini keşfe çıkabilirsiniz. Bizim motor kıyafetlerinden başka bir kıyafetimiz olmadığından çıplak ayak, çamaşır ipi ile kanyonda ne yaptıkları belli olmayan gençleri izlemekle yetindik. Derken bir tanesi ayağımı kestim diye dışarı çıktı zaten. Bu arada son haftaki yağışlardan ve karların eriyen suları yüzünden Karaçay’ın en hızlı aktığı zamana denk gelmiştik. Su da buz gibiydi hani. Mayom da olsa girer miydim bilemiyorum. Bildiğim tek şey Didem’in bu soğuk suya ayağını bile sokmayacağıdır. Hatta biraz ileride bulunan kükürtlü çamur banyosu (çamurunun cildi güzelleştirdiği söyleniyor) ile bile kandıramazdım onu.

Kanyonun içi
Didem @ Saklıkent
Çamaşır ipi ile canyoning yapan gençler

Kanyonun içinde bir süre oyalanıp, fotoğraf çektikten sonra yakındaki bir çay bahçesinde kahve içtik. Sonra da geri dönüş yoluna koyulduk. Dönüşte Likya Yolu antik şehirlerinden Xanthos’a da uğradık. Zaten bu yörede epey antik şehir var. Bu arada Dünyanın en güzel 10 uzun yürüyüş parkurundan biri sayılan Likya Yolu ile ilgili Hillside’ın düzenlediği bir etkinlik var. Hillside Trio, Etiler ve İstinye’den seçilecek onar Hillsider, 10 günde bu yolu geçmeyi deneyecekler. Yani günde ortalama 50km yol yapacaklar. Kolay gelsin şimdiden.

Tepede Xanthos antik kenti

Rahat bir yolculuktan sonra öğle yemeğine Beach Club’a yetiştik. Yemekten sonra plaj voleybolu beni bekler. Yavaş yavaş ısınıyorum. Oynamaya oynamaya epey paslanmışım.

Yeni açmış çiçekler ve karlı zirvele

23 Nisan, Pazartesi

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınız kutlu olsun. Yine güneşli bir HBC sabahına uyandım. Üstelik gidiyoruz diye mi bilmiyorum bugün oldukça sıcak. Geldiğimizden beri en güzel hava ayrılık gününe denk geldi. Ben aslında sabah erkenden yola koyulmak istiyordum ama Alp ile iletişim kopukluğu oldu. Öğle yemeğinden sonra ayrılmaya karar verdik. Kahvaltıdan sonra doya doya plaj voleybolu oynadık. Hani gitmeyecek olsak akşama kadar oynardık.

Günün rotası: Fethiye – Burdur – Afyon – Kütahya – Eskişehir

Öğle yemeğinden sonra saat üç gibi sevdiklerimizle vedalaşıp yola koyulduk. Fethiye’nin içinden çıkmamız üç buçuğu buldu. Sonra normal tempo ile Burdur’a ulaştık. Aslında ben Eğridir’den geçmek istiyordum ama karanlığa kalacağımız için orayı pas geçmeye karar verdik. Burdur’dan sonra yol güzelleşti. Fakat Garmin’e göre bu tempo ile Eskişehir’e ancak gece onda varabilecektik. Alp biraz hızlanalım dedi. Tam da adamına söyledi ha. Kurda kuzu teslim edilir mi hiç? Zaten hız limitlerine uyacağım derken radara girmişim, kim tutar bundan sonra beni. Dinar civarında Afyon plakalı bir BMW’nin arkasına takıldım. Bu arkadaş radarları biliyordur diye düşündüm. 150-160km/sa ortalama ile Afyon’a ulaştık. 

Afyon çıkışında aynamda ışıl ışıl bir araba gördüm. Gelen Isparta Valisinin makam aracıydı. İçinde vali var mıydı yok muydu bilemiyorum. Hemen peşine takıldım. Bir nevi motosikletli eskort pozisyonu aldım. Oldukça uzun bir süre makam arabasının arkasında yol aldık. Bir ara Alp arkalarda kaldı. Ben gaz kolunu sonuna kadar çevirmiştim. İbre sona dayanmıştı ama makam aracı (Audi A8) düzlüklerde hala hızlanıp benden uzaklaşıyordu. Hava da tam alacakaranlıktı. Kütahya’ya doğru ben de takibi sonlandırıp yavaşladım. Biraz sonra da Alp gelip bana yetişti. 

Artık hava iyice kararmıştı. Motorla gece yolculuğunu hiç sevmiyorum ama mecbur Eskişehir’e kadar dayanacaktım. Yine trafikten hızlı giden bir araba bulup onun arkasına takıldım. Bu şekilde yol almak daha az yorucu oluyor benim için.  Saat dokuz gibi Eskişehir’e giriş yaptık. Hemen Abacı Konak Otele gidip kendimize güzel bir ziyafet çektik.

24 Nisan, Salı

Sabah dinlenmiş bir şekilde yataktan kalktım. Kahvaltıyı otelde yaptıktan sonra sivil kıyafetlerle kendimizi Odunpazarı’nın sokaklarına attık. Daha önceki Eskişehir gezimden hatırladığım kadarıyla Alp’e rehberlik yaptım. Merak edenler o geziye buradan ulaşabilir.

Günün rotası: Eskişehir – İznik – Topçular Feribotu

Tarihi Odunpazarı evlerinin olduğu sokakları gezdikten sonra Atlıhan’a gittik. Burası restore edilmiş ve günümüzde el sanatları çarşısı olarak kullanılıyor. Daha sonra Kurşunlu Camii ve Külliyesini ziyaret ettik. Külliyedeki lüle taşı müzesini de gezdik. Sırada Cumhuriyet Tarihi Müzesi var. Alp’e biraz zayıf geldi bu müze. Ben de ilk gezdiğimde öyle düşünmüştüm. Son olarak kaldığımız Abacı Konak Otelin hemen karşısındaki Çağdaş Cam Sanatları Müzesi’ni gezdikten sonra otele geri dönüp yol için hazırlanmaya başladık.

Tarihi Odunpazarı evleri
Kurşunlu Camii ve Külliyesi
Güzel sokaklar
Çağdaş Cam Sanatları Müzesi
Abacı Konak Otel

Eskişehir’den ayrılmadan önceki son durağımız Kentpark. Motorları parkın girişine bırakıp geze geze Kırım Çibörek Evinin önüne geldik. Yaz sezonu açılmadığından yapay plaj su tutmamıştı. Çi böreklerimizi (Çiğ değil) yedikten sonra yolcu yolunda gerek diyerek Eskişehir’den ayrıldık.

Kentpark girişlerinden biri

Bozüyük – Bilecik duble yolundan Osmaneli sapağında ayrıldık. İşte yine sevdiğim köy yollarındayız. Osmaneli – İznik yolu o kadar keyifliydi ki durup fotoğraf bile çekmemişim. Baharın gelmesiyle bütün doğa uyanıyor ve baharın coşkusu bu güzel yolda beni de etkisi altına aldı.

İznik’te köfte ve ekmek kadayıflı kaymak (hayır yanlış yazmadım, Yusuf Ustaya daha önce gitmiş olanlar ne demek istediğimi iyi anladılar) için mola verdik. Daha sonra bir motorcu klasiği Boyalıca rotası üzerinden Marmara Denizi’ne ulaştık. Feribotta Bora ile yazıştım. Hillside Basketbol Turnuvasındaki ilk maçımızı Bülent Ağabeylerle altı buçukta yapacakmışız. Saatime baktım, yetişirim diye yazdım.

Eve geldiğimde saat altıya çeyrek vardı. Kilometre saatim 1905 km’yi (Cim Bom oley 🙂 gösteriyordu. Uzun, bol maceralı, bol manzaralı bir geziyi arkamda bırakmıştım. Önümde ise kazanmam gereken bir basket maçı vardı. Ve evet o maçı da kazandık…