30 Nisan 2006
Bir hafta gecikmeli olarak Melen Çayına, rafting yapmaya, gidecektik. Tur otobüsü sabah sekiz buçukta Kadıköy’den kalkacakmış. Biz de saat dokuzda Bimex’te buluşmak üzere sözleştik. Sabah Altunizade’ye gidip Ahmet’i aldım. Saat dokuza on kala Bimex’teydik. Selçuk kedisiyle gelmiş, otomobilinin içinde anahtarını unutan güvenlik ile konuşuyordu. Çocuk anahtar içindeyken kapıyı kapamış otomobil kilitli kalmış. Derken Bertan da geldi. Ben öne kurulup GPS cihazımı ön cam ile torpido arasına sıkıştırdım. Yol buyunca arkadaşları koordinatlar ve yükseklik hakkında bilgilendirecektim.
Rafting yapacağımız yer Dokuzdeğirmen Köyü idi. Tem’den gidip Hendek çıkışından çıkıyorsunuz. Gümüşova’yı geçtikten sonra sağdan Cumayeri yoluna giriyorsunuz. Cumayeri’nden sonra Dokuzdeğirmen Köyü’ne ulaşıyorsunuz.
Dört dalgıç/motorcuyu aynı otomobile koyarsanız ne olur? Gidene kadar dalış, motor geyiği yaptık haliyle. Bu arada benim fotoğraf makineme hafıza kartını takmadığım anlaşıldı. Kimsede de makine yok. Yanıma aldığım çek at sualtı makinesine kalmıştık. Fotoğraf kalitesi için kusura bakmayın.
Hendek’te otobandan çıkınca kendimizi yeşilin içinde bulduk. Çok güzel bir manzara vardı. Hava da pusluydu. Kurt puslu havayı sever misali ortam hepimizin hoşuna gitti. Bir çeşme başında ihtiyaç molası verdik. Çantadan makineyi alıp ilk fotoğrafı çektim. Gerçi çekip çekmediğimi de anlayamıyordum ya. Normalde çek at tarzı bir makine ama ben geçen sene 3 kere film koyup kullanmıştım. İnşallah çektiklerim çıkıyordur diye de dua ettim.
Dokuzdeğirmen Köyü’nü kolayca bulduk (40° 54’25N – 030° 57’14E – 109m). Ahmet otobüse telefon edip geldiğimizi haber verdi. Meydandaki caminin sağından yukarı çıkınca kulüp merkezine ulaştık. Otobüsün gelmesine daha vakit vardı. Şöyle bir çevreyi tanıma gezisi yapalım dedik. Çevreyi tanıma gezimiz bakkala kadar gidip nevale almaktan ibaretti.
Derken otobüs geldi. Aslında otobüs değilmiş, midibüsmüş. İyi ki bunla gelmemişiz diye düşündük. Zaten aynı paraya geldik kedimizle. Herkese neopren elbise, kask, can yeleği ve rüzgarlık dağıttılar. Tabi bizim elbiselerimiz, patiklerimiz, eldivenlerimiz zaten vardı. Kask, can yeleği ve rüzgarlık aldık. Hatta ben motor rüzgarlığımı giydim. Selçuk da 7mm*2 elbisesi (klasik alt-üst kulüp dalış elbisesi) olduğundan rüzgarlık almadı. Millet bizi görünce kim bunlar demiştir. Üç kişide Deniz Feneri kulüp polarları, tam takım elbiseler, yapılı vücutlar…
Önce bize kısa bir brifing verdiler. Kürek nasıl tutulur ve nasıl çekilir, suya düşene nasıl yardım edilir, suya düşersek ne yapmalıyız, bot devrilirse altından nasıl çıkacağız gibi şeyleri anlattılar. Daha sonra gruplara ayrılıp botlara oturup bunun uygulamasını yaptık. Biz dört kişi olalım dedik. Ama üç kişi daha yolladılar. Rehberimiz Ümit Hoca bizden çok ümitliydi. Botu kaldırıp suyun kenarına indirdik.
En sonunda suya inmiştik. Ben ve Bertan en öndeydik. Tempoyu biz ayarlayacaktık. Ritim açısından ikimizin koordinasyonu önemliydi. Bizim arkamızda Selçuk ve Ahmet yer alıyordu. Onların oturma ve kürek çekme pozisyonları bize göre çok rahattı. Gerekli durumlarda (alçak dal) eğildiğimizde önümüzdeki alana sığmıyorduk.
Önce takım olmayı ve ritim ile kürek çekmeyi öğrendik. İleri, geri, sağ, sol çalışması yaptık. Zaten çayın bu kısmı oldukça durgun, o yüzden kürek çekmek gerekiyordu. Biz ileri komutuyla küreklere öyle bir asıldık ki bot arkasında motor varmış gibi hızlandı. Bu arada sadece ön kısım 400kg geliyordu. Yükleme haddini aştığımızdan botun içine su girmişti. Suya en son girmiş olmamıza rağmen ikinci bot durumuna gelmiştik. Öncü botu geçmeye izin yoktu.
Sonunda rapidler gözüktü. Ama umduğum zorluk derecesinde bir geçiş yoktu. Su azalmış ve yavaşlamıştı. Bir de bot ağır olduğundan dalgadan hiç etkilenmiyordu. Ümit Hoca’nın “tutun” komutlarını bile dikkate almıyordum. Badim Bertan ise ilk başlarda tutun komutunu duyunca hemen bota siper alıyordu. Zaten Almanya’da da Waser Park’ta su kütüğünde aynı şeyi yapmıştı. Merak edenlere video kameradan ispatını yapabilirim. Bertan bir türlü rahat oturamadı. Hop oturuyor hop kalkıyordu. Arkadaki Selçuk’un kucağına düşüp duruyordu. En sonunda suya düşmeyi de başardı. Ben refleks ile badimi ayağından yakaladım. Sonrada kürek sapımı uzatıp bota çektim. Selçuk da onu bota aldı. Bota almayı şöyle tarif edeyim. Düşen botun ipine yapışıyor. Bir kişi onu can yeleğinden tutup içeri alıyor. Çıkarması oldukça eğlenceli. Çıkması nasıl bilemiyorum.
Rehberimiz stop komutunu az geç söyleyince ben de sağdaki kayaya küreği vurdum. Dengem bozulunca kürek düştü. Neyse ki hemen gidip yakaladık küreği. Tabi biz sürekli birbirimizle şakalaşıp işi daha da eğlenceli hale getiriyorduk. Öyle ki diğer botlar bizi kıskanıyor hissine kapıldık.
Selçuk 14mm’nin içinde kızarıp bozarmaya başladı. Şıpır şıpır terliyordu. En sonunda dayanamadı, akıntının az olduğu bir yerde kendini serin sulara bıraktı. Adaşı durur mu o da peşinden gitti. Ben ve Ahmet oralı olmadık. Onları seyretmekle yetindik. Hafif bir kırıklık vardı üstümde, şimdi bir de içime su alıp üşümeyeyim dedim. Yoksa bu tip aksiyonları kaçırmayacağımı beni tanıyanlar bilir.
Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz gibi tek kişilik kanolar da bize eşlik ediyordu. Bunlar rapidlere pusu kurup bizim fotoğraflarımızı çeken rehberlerdi.
Selçukları tekrar bota alıp bir kaç fotoğraf daha çektik. Kamerayı diğer bota atıp bizim botun fotoğrafını da çektirdik. Zaten oldukça hızlı gittiğimizden diğer botları bekliyorduk. Aksiyon olsun diye rehberimiz rapidleri ya döne döne ya da geri geri geçirtiyordu. Arada da kayalara çarpıp eğleniyorduk. Biz Ümit Hoca’dan, o da bizden epey memnun kaldı.
Son rapidi de döne döne geçtik. Artık parkurun sonuna gelmiştik. Bu arada öncü bot olmuş, muradımıza ermiştik. Arkamızdan gelenler kayaya oturdular. Üç bot sarmaş dolaş oldular. Biz karaya ilk ayak basanlardık. Botu kıyıya çekip soyunma kabinlerinin yolunu tuttuk. Bulunduğumuz köyün adı Beyler Köyü.
Küçücük ve sıcak suyu olmayan bir odada üstümüzü değiştirip yemeğe geçtik. Yemekte pilav, tava kavurma, patates kızartması ve salata vardı. İçecekler bize aitti. Kurt gibi acıkmıştık. İlk sıraya girenlerden olduğumuzdan biraz da bol kepçe koydular. Afiyetle yemeğimizi yedik.
Yemekten sonra çantaları midibüse yükledik. Dokuzdeğirmen’e midibüsle dönecektik. Rafting bizi kesmediğinden biraz da trekking yapmaya karar verdik. Dönüş yolunda yürümeye başladık. Bu arada da keşke motorla gelseymişiz diye birbirimize dert yandık. Su adamı yorar morar dediler ama kimsenin yorulmuş bir hali yoktu.
3-4 km yürümüştük ki midibüsün sesi uzaktan duyuldu. Bizi alıp Dokuzdeğirmen’e doğru yola koyuldu. Bir kez daha iyi ki otomobille gelmişiz diye sevindik. Epey virajlı ve stabilize bir dağ yolunu aşıp köye geldik. Otomobilimize binip İstanbul’a doğru yola koyulduk. Saat yedi civarı İstanbul’a vardık. Ben Ahmet ile Altunizade’ye gittim. Volkanlar, Kağan Bebek ve Esma Abla’nın meşhur kıymalı börekleri bizi bekliyordu. Nermin’in çırıhtası da bonus oldu.