Sünnet Gölü, Göynük Motosiklet Gezisi

18 Haziran 2006

Daha önce Selçuk Bertan ile konuştuğumuz (ancak erteleyip İznik ve Sapanca Gölleri‘ne gittiğimiz), Göynük gezisini yapmak üzere Cumartesi gününden Tahir ve Uygar’la sözleştik. Gerçi Tahir’in Göynük’e varana kadar Sapanca’ya gittiğimizi zannetmesi de var ama o ayrı bir konu. Uygar ise benim lise arkadaşım. Aslında bizim grupta motosikleti olan ilk arkadaşımız. Lisedeyken okula vitesli bir scooter ile gelir giderdi. Yıllığına yazdığım yazı hala aklımdadır: “Motorunu Nevruz’a verecek kadar cömert, arkasına binecek kadar da delidir”.

Sabah sekiz civarı Tahir ile buluşup Atatürk Caddesine Uygar’ı almaya gittik. Takım tamam olunca yola koyulduk. Rotamız TEM, Akyazı, Dokurcun üzerinden Geyve idi. Dönüşü ise Taraklı üzerinden planlamıştım.

Rotamız

Geziye herkes yeni motorlarıyla katılıyordu. Ben DeLi Bekir’in uzun yol testini yapacaktım. Tahir 600RR’ın rodajını yapacaktı. Uygar’ın Hyosung ise henüz 600km deydi ve o da rodajını tamamlayacaktı. Üç motor TEM’de sakin sakin yol almaya başladık. Tahir arada gazı açıp gözden kayboluyordu ama ben Uygar’ı hep gözümün önünde tutuyordum. 250cc için oldukça iyi gidiyordu otobanda. DeLi Bekir’in camı otoban için aşağıda kalmış. 100km/sa üzerinde kafamda rüzgar uğultusu başlıyordu. 160km/sa civarında ise hafiften dayak yemeye başlıyordum. Arada eğilip kafamı camın arkasına getirdim. Kesinlikle rüzgar yoktu. Buna güzel bir rüzgar kırıcı almak lazım ya da uzun cam. Aslında kendi camı da aşamalı olarak yükseliyor ama o zaman da sallanıp benim midemi bulandırıyor. Bir de rüzgardan etkilenmesi var tabi. Yüksek hızlarda hafiften yelken moduna giriyor. Kara Kızım otobanda rüzgar konusunda beni hiç rahatsız etmiyor.

İzmit Burger King tesislerinde kısa bir mola verdik. Otoban yolumuzu yarılamıştık. Bir şeyler atıştırıp yeniden yola koyulduk. Başta yoğun olan trafik İzmit’ten sonra tenhalaştı. Rahat bir yolculuktan sonra Akyazı çıkışından otobanı terk ettik. Esas yol şimdi başlıyordu.

İlk benzinliğe girip 600RR’ın susuzluğunu giderdikten sonra Dokurcun’a doğru gaz açtık. Manzara süperdi, hava ve asfalt iyice ısınmıştı. Bir de buna harika virajlar ve kaliteli asfalt eklenince düşünün keyfimizi.

Akyazı Çıkışı
Tahir benzin alırken Uygar DeLi Bekir’i inceliyor
Dokurcun Yolu
Güzel asfalt + süper manzara + çok viraj = Motor kullanmanın keyfi
Orada bir köy var uzakta…
Virajlar

Dokurcun’dan sonra yolun kalitesi bir miktar bozuldu. Ama bu yollar DeLi Bekir’e vız gelir, ben de tırıs gittim zaten. Kara Kız olsa çoğu yerde tırsıp gaz kapardım. Çukurları sanki orada değillermiş gibi geçiyordum. Rakım yükseldikçe yol daha da bozuldu. Kışları buralar iyi kar yapıyordur. Kar da asfaltı bozuyor. Taşkesti Geçidini geçip keskin virajlarla alçalmaya başladık. 

Sünnet Gölü’nün tabelasını görünce hemen yavaşlayıp sola saptım. Bizimkiler pas geçmesin diye de viraj çıkışı onların görebilecekleri bir yerde durdum. Döndüklerini görünce gaz açıp devam ettim ama arkamdan gelen giden yoktu. Bir müddet daha aynamda kimse görünmeyince geri döndüm. Bizimkiler yorulmuş mola vermişler.

Yolda olmak
Sünnet Gölü ayrımı
Yorgunluk molası

 “Zaten 5km yol kaldı, göle gidelim orada dinlenirsiniz” dedim. Tekrar yola koyulduk. Yol biraz daha bozulmuştu ama hala asfalttı. Sülüklü Göl yolu olsa kesin girmezlerdi. Sonunda göle ulaştık. Umduğumdan küçük bir gölmüş. Ben gölü tavaf etmek için motoru mıcıra vurdum. Ama bir müddet sonra yol gölün kenarından ayrıldı. Ben de bizimkilerin yanına döndüm. Biraz oturup manzarayı seyrettik, fotoğraf çekip, çeşmeden susuzluğumuzu giderdik. Yemeği Göynük’e bırakmıştık. Zaten 20km kadar bir yolumuz kalmıştı.

Sünnet Gölü
Tesisler ve iskele
Sünnet Gölü
Motorların seramonisi

Sünnet Gölü dar ve derin bir vadinin heyelan sonucu tıkanmasıyla oluşmuş. Yani bir heyelan gölü. Ben de ilk gördüğümde baraj gölüne benzetmiştim. Gölün hemen yanında Mudurnu Doğal Yaşam Hoteli ve tesisleri var. Oldukça huzur verici bir atmosferi var.

Sünnet Gölü
40° 41’32N – 030°47’15E – 1068m
Sağım Tahir Solum Uygar
Sünnet Gölü Tavuğu 🙂

Sünnet Gölü’nden öğlen saat bire doğru ayrıldık. Benim benzin ışığım göl yolunda yanmıştı. Önümüzde yaklaşık 20km dar ve virajlı bir yol vardı. Doğa Tesislerinden sonra Çubuk Gölü tabelasını gördüm. Ama benzin durumumdan ötürü orayı pas geçtim. Yaklaşık 20 dakika sonra Göynük’e vardık. Biraz dolanıp Paşazade Lokantasına girip oturduk.  Karnımız birbirinden lezzetli ev yemekleri ile doyurduk. Bu arada zeytinyağlı yaprak sarmasını şiddetle tavsiye ederim. Anneminki kadar olmasa da oldukça güzeldi. İki tabak yedik. Ev baklavası ise kalmamış. Ben de fırın sütlaç denedim, o da fena değildi. Ama benim aklım hala geçen Sapanca gezisinde yediğim ev baklavasında kaldı.

Göynük girişi
Göynük
Göynük Devlet Hastahanesi
Sarma süperdi
Paşazade Lokantası
40° 32’54N – 030° 47’15E – 1059m

Karnımızı iyice doyurduktan sonra Göynük’ü keşfe çıktık. Biraz da tarih: 

Göynük’te Himmetoğlu köyü hudutlarında Çatak Hamamı diye bilinen şu anda dahi hamam olarak kullanılabilen Romalılara ait hamam kalıntıları mevcuttur. Sakarya’dan geçerek bir üçgen şekli gösteren Roma askeri yolu Dadastan’dan geçerdi ki, Dadastan’ın bugünkü Göynük şehri olması muhtemeldir. Göynük’ün en eski adı “Koinon Gallicanan” dır diyenler de vardır.

Osmanlı’ya katılması

Göynük’te ilk Osmanlı akınları 1292’de görüldü. Ertuğrul Gazi’nin yakın dostu Samsa Çavuş ve Sülemiş Mudurnu Yaylasında Hristiyan-Müslüman yakınlaşmasını sağlamışlardı. Köse Mihal’in yol göstermesi ile Sakarya suyunu geçen Osman Gazi, Samsa Çavuş ile buluştu. Göynük, Taraklı ve Mudurnu kalelerini içine alan hücumda büyük başarı sağlandı. Nihayet Osman Gazi’nin son dönemlerinde 1323 yılında Göynük ve civarı fethedilerek Osmanlı toprağı oldu. Orhan Gazi devrinde 1333 yılında Geyve, Göynük, Mudurnu üzerinden Bolu’ya gelen İbn-i Batuta, bu havaliyi yalnız Türkmenlerle meskûn görmekle kalmıyor. Aynı zamanda hemen her uğradığı şehir ve kasabada Ahi zaviyelerinde konakladığını belirtiyor.

Muhtemelen bir otorite boşluğundan sonra 1330’lu yıllarda Orhan Gazi’nin oğlu Gazi Süleyman Paşa Taraklı, Göynük, Mudurnu civarına gelmiş ve hakimiyeti yeniden tesis etmiştir. Aşıkpaşazade’nin ifadesiyle; “Süleyman Paşa dahi o kadar adalet gösterdi ki, bütün o memleketlerin halkı derlerki, Ne Olur? Eski zamanlardan beri bunlar bize beğ olaydılar! çok köyler bu Türk kavmini gördüler. Müslüman oldular. O memlekette ne kadar mülkler vardır ki hepsi Süleyman Paşa’nın verdiği karar üzerine durur”. Göynük’te Gazi Süleyman Paşa’nın yaptırdığı Camii ve Hamam halen mevcut olup, hizmet vermektedir.

Evliya Çelebi de Göynük’e yaptığı seyahatte “8 mahallesi 2000 kadar evi vardır, ahalisi tamamen Türktür. 20 Sıbyan mektebi varsa da medrese yoktur” demektedir. Ayrıca Gazi Süleyman Paşa tarafından yaptırılan Camii ve Hamamın yapılışını hikaye etmektedir.

İstanbul’un Fethi’nde Göynük

Göynük’te ikamet eden Fatih’in hocası Akşemseddin hazretleri bilgisinin en verimli çağında Fatih Sultan Mehmet’in muhasaraya daveti üzerine İstanbul kuşatmasına katılmıştır. Fatih’e ve Osmanlı Ordusuna verdiği maneviyat ile İstanbul’un manevi fatihi ünvanını kazanmıştır. Eyüp Sultan’ın kabrini bulmuştur. Fetih’ten sonra Göynük’e dönmüş 1459 yılında vefat etmiş ve 5 yıl sonra 1464 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Göynük’te türbesi yaptırılmıştır.

Osmanlı Orduları doğu ve güneydoğuya yaptıkları Seferierle Göynük’ü ikmal ve konaklama merkezi durumuna getirmişlerdir. Bu sebeple ilk Bağdat yolu açılmıştır. Bu yol kervan ve nakliye yolu olarak kullanılmış, son zamanlara kadar da bir numaralı Ankara-İstanbul devlet yolu olarak hizmet görmüştür.

Kaynak: www.goynuk.org

Göynük Sokakları
Gazi Süleyman Paşa Hamamı: Erkek giriş kapısı
Akşemseddin Türbesi
Türbenin Kapı Üstü

Önce meydana gidip oradan sola döndük. Karşımıza önce hamam çıktı. Hamamın arkasında da Süleyman Paşa Camii ve hemen yanında Akşemseddin türbesi. 350D yanımda olmadığı için geniş açı alamadım. En kısa zamanda Deli Bekir’e bir arka çanta almakta fayda var. Yeni Canon 17-40 mm lensimle  güzel doğa fotoğrafları çekerim. Tabi yanında bir de Canon 10-22 mm olursa, çekilen sokak ve bina fotoğrafları tadından yenmez.

Mini turumuzu tamamlayıp tekrar motorları ve ekipmanlarımızı bıraktığımız Paşazade’nin önüne geldik. İçerden kasklarımızı, montlarımızı alıp benzincinin yolunu tuttuk.

Gazi Süleyman Paşa Camii (1331-1335)
Göynük Evleri

Göynük’ten çıkınca yol “T” şeklini aldı. Fakat tabela yoktu. Ne yöne gideceğimizi kestiremedik. Ben hemen Magellan’ı çıkarıp haritadan kontrol yaptım. Güneye gitmemiz gerekiyordu. Sağa dönüp yola devam ettik. Tabi yine de insanın içinde doğru gidiyor muyuz acaba diye bir şüphe kalıyor. Yolun kenarında bir köylü görünce sert bir fren yaptım. Yine de köylüyü 20 metre kadar geçmiştim. Motordan atlayıp ona doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Adam beni görünce korktu. Evet yanlış okumadınız adam korkup yolun karşısına geçip koşmaya başladı. Ben Taraklı diye peşinden bağırdım bana gittiğimiz yolu gösterdi ama hala koşmaya devam ediyordu. Gezinin benim için en ilginç olayı buydu.

Kazkıran Geçidine ulaştığımda bir fotoğraf molası verdim. Yol oldukça bozulmuştu. Bizim SS ci tayfa bana yetişmekte zorlanıyordu. Hem yol hem de oturuş pozisyonu onları yormuştu. Uygar montunu yere serip üzerine yattı. Beli oldukça kötü olmuş. Aslında Steve Nash hesabı ters yatsa daha iyi gelebilirdi beline.

Kazkıran Geçidi

Kısa bir moladan sonra tekrar yola koyulduk. Yol hala kötüydü. Bir ara düzeldi ama sonra yine bozuldu. Önümüzde Geyve’ye kadar 30km bol virajlı, dar bir yol vardı. Ben yolun keyfine varmak için kendi çapımda viraj yapmaya başladım. Önüme bir Honda CRV düştü. Güzel bir hızda ilerliyordu. Aslında benim gitmek istediğim hızdan daha yavaştı ama arkası görünmeyen, bol çukurlu, bol  virajlı bir yolda risk almak yerine, onu takip ederek karşı şeritten gelen araçlar için adeta bir güvenlik kalkanı olarak kullanmaya başladım. Hem de sert virajlarda, baktığın yöne gidersin hesabı onu nişanlayıp gidiyordum. 

Sonunda düze inmiştim. Arkama dönüp indiğim dağlara baktım. Gelen giden yoktu, ben de fotoğraf çekmeye başladım. Yaklaşık 10 dakika sonra bizimkiler geldi. Yolda yine mola vermişler. Bundan sonra yolumuz düzgün ancak kalabalıktı.

20km  sonra yeniden otobandaydık. Sapanca Dinlenme Tesisleri’ne girip ana molamızı verdik. Burası otobanla Sapanca Gölü’nün arasında, eski Türk Mimari motifleri ile peysajı yapılmış oldukça şirin bir yer. Ortada otağ şeklinde kocaman bir çadır, çadırın altında da oturma grupları vardı. Kimi şark köşesi tipinde, kimi de nargile, tavla masaları şeklinde düzenlenmişti. Garsonlar da yöresel kostümler giymişlerdi. Biz gölgede bir sedire oturup limonatalarımızla susuzluğumuzu giderip, yorgunluk attık. Bizimle evlerimiz arasında 100km civarı bir otoban kalmıştı.

Dağları arkamda bıraktım
Sapanca Tesisleri
40° 41’32N – 030° 17’07E – 90m
Sapanca Gölü
Garsonlarımız
Yorgun yol arkadaşlarım

Sapanca Tesislerinden ayrılıp İstanbul’a doğru gaz açtık. Uygar sabaha göre daha hızlı geliyordu. Motorun rodajı yolda bittiğinden açıldı herhalde. Ben de bir kaç kere dip gaz verip DL’yi denedim. Gaz kolu Kawasaki’ye göre daha turlu. Gazı kapatmak için bileği epey döndürüyorsunuz. Tork alt devirlerden itibaren sizi alıp götürüyor. Bir kaç kere 200km/sa üzeri hızları gördüm ama o hızlarda ön taraf oldukça hafifliyor. Depoya abanıp, ayaklarımı peglere bastırınca daha iyi gidiyor ama sürekli o şekilde gitmek de beni yorar doğrusu. O zaman SS kullananlardan ne farkımız olacak. 

Eve geldiğimde saat yediye geliyordu. Motoru park edip odometreye baktım. Kadran 485km gösteriyordu. Mutlu mesut evime çıkıp Brezilya’nın maçını beklemeye başladım.

Yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir