Çanakkale Yarımadaları Motosiklet Gezisi

27-29 Kasım 2009

Bayram gezmesi adı altında Didemim ile Çanakkale yarımadaları turuna çıktık. Üç gün, üç gece Gelibolu ve Biga’yı Bukefalos’un üzerinde gezdik. Diğer Çanakkale seyahatlerimden farklı olarak daha çok manzara ağırlıklı bir gezi oldu. Yine de Abide’ye gidip 243.000 şehidimizi anmadan geçmedik. Bu arada eski Çanakkale gezilerim için buraya tıklayabilirsiniz.

1. Gün Rotası: Erenköy – Mimaroba – Silivri – Tekirdağ – Barbaros – Şarköy – Gelibolu – Eceabat – Abide – Kilitbahir – Çanakkale

27 Kasım Cuma

Güzel bir bayram sabahına uyandım. Hava açık ve ılıktı. Bayram namazında Timuçin’i gördüm. Yüksek lisanstan beri bir çok bayram namazını yan yana kılmıştık ama son bir kaç senedir ya o, ya ben şehir dışında olduğumuzdan denk gelemiyorduk. Daha sonra baba evine gidip ailemle bayramlaştım. Böylece bayrama bayram gibi girmiş oldum. Artık içim rahat yola koyulabilirdim. Saat ona doğru Buke’ye atladığım gibi Mimaroba’ya, Didem’e gittim. O da bayramın ilk sabahını ailesiyle birlikte geçirmek istemişti. 

Amacım Gelibolu’ya, daha önce geçmediğim yollardan gitmekti. Silivri üzerinden Tekirdağ’a ulaştım. Tekirdağ’ın içine girip Barabaros ve Kumbağa beldelerinden geçtik. Yol daralmış, manzara güzelleşmişti. Kumbağa’nın sonunda yol bitti. Bir dinlence yerine geldik. Kapıda kimse yoktu. Bizi gören bir görevli yanımıza geldi. Ben ona bu yolun Şarköy’e gidip gitmediğini sordum. “Komple toprak yol gidebilirsen git” dedi. Buke manalı manalı kişnedi. Haydi koca oğlan doğa seni bekler.

Kumbağa – Şarköy arası toprak orman yolu

Ve işte toprak orman yolundayız. Sol tarafımız Marmara Denizi, sağ tarafımız orman, mutlu ve mesut bir şekilde yol alıyorduk. Çevrede in cin top atıyor. Sadece civarda otlayan keçi sürülerine çobanlık yapan köpekler var. Hatta bir kaçı bize havlıyor ama Buke oralı bile olmuyor.

Foto molası
Civarda otlayan keçiler

Sık sık manzara yüzünden nefesim kesildiğinden durup fotoğraf çekiyor, sessizliğin içinde uzaklara dalıyordum. Aslında hafif bir enduro olacak yolda gördüğüm küçük patikalara da dalacağım.

Başka bir fotoğraf molası
Bakir sahiller

Toprak yolu bitirdikten sonra, mıcırlı bir yoldan aşağı, sahile indik. Mürefte civarında tekrar asfalt üzerinde yol alamaya başlamıştık. Denizin yanında, virajları hızla yutmaya başladık. Ben acıkan karınlar için uygun bir yer bakıyordum ama hem yörenin yabancısı olduğumdan, hem de bayramın ilk günü olması nedeniyle gördüğümüz yerlerin kapalı olmasından, Şarköy’den epey sonra durabildik. O da Buke’nin susuzluğunu dindirmek için. Biz de benzin istasyonunda bir şeyler atıştırdık. Daha fazla lokanta aramakla uğraşamadım zira toprak yolda umduğumdan fazla vakit kaybetmiştik. Daha Abide’ye gidecektik.

Şarköy – Gelibolu arası
Gelibolu yolu

Gelibolu’yu arkamızda bırakıp yarımadayı baştan başa kat ettik. Eceabat yakınlarında fotoğraf için kısa bir süreliğine durup boğazı çektim. Akşam güneşi iyice alçalmıştı. Bu güzel ışığı kaçırmadan Abide’ye varmak istiyordum.

Eceabat civarı
Uzakta Çanakkale Şehitleri Abidesi
Hisarlık Tepesi üzerinde yükselen anıt

Ne yazık ki ışığı kaçırdım. Abide, önceki gezilerimin aksine oldukça tenhaydı. Rahat rahat fotoğraf çektim. En son geldiğimden beri bazı düzenlemeler yapılmış: Anıtın önünde bulunan temsili şehitlik, Kahramanlık Duvarı’nın arkasına taşınmış. Bu arada bu duvarın adı var mı bilemiyorum ama ben Kahramanlık Duvarı demeyi tercih ediyorum. Bir de yedigen şadırvan gibi bir şey yapmışlar. O bölge aydınlatılmadığı için tam olarak ne olduğunu, neyi sembolize ettiğini anlayamadım.

Tören Meydanı
Gün batımı

Güneşi burada batırdık. Biraz da anıt ve civarının aydınlatmalarının yanmasını bekledik. Amacım abideyi gece haliyle fotoğraflamaktı. Bu arada çevrede bizden başka kimse kalmamıştı. Kahramanlık Duvarının önünde ışıkları beklerken tek duyduğum ses rüzgarda ıslık çalan dev Türk Bayrağının çıkardığı sesti.  Hava o kadar ılık,  gökyüzü o kadar berraktı ki yanımda bir döşeğim olsa oraya serer yıldızları seyrederdim. Neden sonra ışıklar yandı, fotoğraf işini halledip geldiğimiz yoldan, ama bu sefer zifiri karanlıkta, geri döndük.

Ne olduğunu anlayamadığım şey
Abide’nin ışıkları

Kilitbahir’e ulaştığımızda saat altıya geliyordu. Kestanemizi alıp feribota bindik. 15 dakika sonra Çanakkale’deydik. Otelimize yerleşip sahilde tura çıktık. Kordon cıvıl cıvıldı. Fotoğraf makinemi otelde bıraktığım için gece fotoğraflarını yarına bıraktım. Zaten yol yorgunuyduk ve yarın da Biga Yarımadası (Behramkale, Assos) turu bizi bekliyordu.

Kilitbahir Feribotu öncesi kestane keyfi

28 Kasım Cumartesi

Güzel bir bayram sabahına bu sefer Çanakkale’den merhaba… Dandik otelin (hesapta 4 yıldız) dandik kahvaltısından sonra Didem’le kordonda yürüyüşe çıktık.

2. Gün Rotası: Çanakkale – İntepe – Ezine – Körüktaşı – Gülpınar – Behramkale – Ayvacık – Ezine – Çanakkale
Otelden kordon manzarası
Truva filminde kullanılan at

Hava yine muhteşemdi. Üzerimde ince bir uzun kollu ile hiç üşümeden kordonu adımladım. Truva atını, Kilitbahir sahillerini fotoğrafladım. Aynalı Çarşı’yı ise yarına bıraktık. Zira karanlığa kalmadan Biga Yarımadası turunu yapmak istiyordum.

Karşıda Kilitbahir sahilleri
Kordon
Saat Kulesi
Kısmetini bekleyen kedi
Güneş saati
Güzelyalı’dan Çanakkale sahilleri

Saat on bir civarı Bukefalos’un üzerinde yerimizi aldık. Kepez ve Güzelyalı’yı arkamızda bırakıp Truva’ya ulaştık. Didem de ben de daha önce ören yerini gördüğümüz için gaz kesmeden devam ettik. Ezine’den sonraki Geyikli kavşağında ana yoldan ayrılıp Körüktaşı istikametine döndük. Yol tarlaların, bağ, bahçelerin içinden kıvrıla kıvrıla akıyordu. Hızlı bir tempo ile Buke virajları yutarken, Didem’in kaskı benim kaskıma çarptı. Motora ilk binenler genelde sürücülerine kafa atarlar ama Didem artık usta bir artçı, ne oldu diye yavaşlayınca arkada uyuya kalıp bana kafa attığını öğrendim. Hani her yerde uyuyabildiğini biliyordum da böyle virajlı bir yolda uyumayı nasıl becerdi onu benim aklım almadı. Arka çantaya kemer mi taktırsam acaba?

Gülpınar civarı Kuzey Ege sahilleri

Gülpınar’ı arkamızda bırakıp sağdan Babakale köyüne doğru döndük. Amacım Asya kıtasının en batısı olan Bababurnu’na gitmekti. Türkiye’nin en batısı ise Gökçeada’da bildiğiniz gibi. İnşallah oraya da bir sefer yapacağım ama bir sonraki bahara. (2025 Kayı’nın notu: Gökçeada gezisi için buraya tıklayın).

Koyunların yanından, keçilerin arasından geçip Babakale köyüne ulaştık. Köyün tam içine girmedik. Yukarıdan Bababurnu olduğunu düşündüğüm koyu fotoğrafladım. Geldiğimiz yoldan geri dönüp Behramkale’ye doğru gaz açtık.

Koyunlar
Keçiler
Babakale Köyü
Bademli – Behramkale arası

Bademli-Behramkale arası oldukça keyifli bir yoldu. Daha uzun düzlükler ve hızlı virajlar vardı. Derken tepenin başında Behramkale gözüktü. Beldeye hızlı bir giriş yapıp motoru park ettikten sonra antik şehri gezmeden önce birer gözleme yedik. Şile yolundaki gözlemeleri aradık ama aç Kayı da oynamaz. İdare edeceğiz artık.

Tepede Behramkale

Assos antik kenti

Kent bir volkan konisi üzerine yerleşmiş. Güneye, denize doğru teraslarla iniyordu. Bugünkü köy ise kuzeyde. Türkler bölgeye geldiklerinden başlayarak güneye doğru yerleşim kurmamışlar. Bunun korsanlardan korunmak için olduğu anlaşılıyor. Oysa Antik dönemde kent denize bakıyor ve Ege’nin ünlü İmbat rüzgarını alıyordu.

Antik kentin etrafı dört km’lik surla çevrili. Surların bir kısmı yok olmuş. İ.Ö. 6. yy’dan beri surlarla çevrili olduğu biliniyor. En son dönem surları 4. yy’a ait. Bunlar onarılarak Roma döneminde de kullanılmış. Günümüzde de önemli ölçüde ayakta, iyi durumda.

Kentin yapıldığı zor işlenen ama çok dayanıklı taşa antik yazarlar “insan yiyen taş” diyorlardı. Zor işlense de dayanıklı olan bu taş Assos’un ihraç malları arasındaydı. Taştan yapılan lahitler satılıyordu. Araştırmalar lahitlerin değerinin kullanılan şap’tan geldiğini ortaya koyuyor. Şap ticareti o denemde önemli ve kazançlıydı.

Behramkale meydan

Batı Nekropolü (mezarlık)

İlk kazı 1981 yılında başladı ve ilk kazı alanı nekropoldü. Mezarlık İ.Ö. 7. yy’dan 2. yy’a kadar; 9 yy. mezarlık olarak kullanılmış. 

En eski gömüler yakılan cesedin külleri çömleklere konulup ve ağzı kapatılarak gömülmesi şeklinde yapılıyordu. Sonra daha büyük küplere ölü ana karnındaki gibi konuluyor ve dönemin inancı gereği geri gelmesin diye ağzı taşla kapatılıyordu. Ölen erkekse geri gelme ihtimaline karşı eşi tanınmamak için bir süre peçeyle dolaşıyordu.

Taş evler taş sokaklar

Assos kazılarını yöneten ve bu yazımızda yararlandığımız Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu günümüz batı dünyasında cenazelerde kadınların tül (peçe) takmasının kökeninde bu dönemdeki inancın olduğunu söylüyor.

Küp gömülere ölü için hediyeler de konuyordu. Türkiye’de define avcılarının mezar kazmaya meraklı olmaları ve çok sayıda “bir küp dolusu altın” bulma öyküsünün altında da bu kültürün olduğu anlaşılıyor.

Daha sonraki mezar tipi lahitler. Yüzeye yakın bulunan lahitlerin hepsi daha önce defineciler tarafından soyulmuş. Ancak altlardaki lahitlerde iskelet kalıntıları ve ölü hediyeleri bulunabilmiş.

Bu buluntuların en değerlisi İ.Ö. 4. yy’a tarihlenen pişmiş topraktan yapılma bir kadınlar orkestrası heykelciği. Hiçbir müzede benzer bir örnek yoktur.

Önce tarihe yolculuk

Assos antik kenti, limana inmeden önce karşılıyor ziyaretçileri. Bir liman kentiydi. İhracat yapılır, buradan geçen ticaret gemilerine ikmal yapılır ve vergi (gümrük) alınırdı.

Adı biraz tartışmalı. Mesela Homeros Assos adından hiç söz etmez. Troia’nın destekçilerinden söz ederken Pedesa’dan söz eder. Strabon ise II. Yy’da Pedesa’ya gittiğinde buranın terk edilmiş bir kent olduğundan sözediyor. Oysa Assos’un tarihi boyunca her zaman iskan gördüğü biliniyor. O zaman Pedasa bir başka yer olmalı. 6. yy’da Assos paralarının üzerinde Assi yazılı.

Bu ad Helence değildir, Anadolulu yerli bir addır. Kent bir volkan konisi üzerine yerleşmiş. Güneye, denize doğru teraslarla iniyordu. Bugünkü köy ise kuzeyde. Türkler bölgeye geldiklerinden başlayarak güneye doğru yerleşim kurmamışlar. Bunun korsanlardan korunmak için olduğu anlaşılıyor. Oysa Antik dönemde kent denize bakıyor ve Ege’nin ünlü İmbat rüzgarını alıyordu. Antik kentin etrafı dört km’lik surla çevrili. Surların bir kısmı yok olmuş. İ.Ö. 6. yy’dan beri surlarla çevrili olduğu biliniyor.

Antik liman

En son dönem surları 4. yy’a ait. Bunlar onarılarak Roma döneminde de kullanılmış. Günümüzde de önemli ölçüde ayakta, iyi durumda.

Kentin yapıldığı zor işlenen ama çok dayanıklı taşa antik yazarlar “insan yiyen taş” diyorlardı. Zor işlense de dayanıklı olan bu taş Assos’un ihraç malları arasındaydı. Taştan yapılan lahitler satılıyordu. Araştırmalar lahitlerin değerinin kullanılan şaptan geldiğini ortaya koyuyor. Şap ticareti o denemde önemli ve kazançlıydı.

Akropol (yukarı kent)

En yüksek noktada tanrıça Athena’ya adanmış Athena Tapınağı var, İ.Ö. 525 yıllarında yapılmış. Arkaik Çağ’da Anadolu’da yapılmış ilk ve tek Dor düzenindeki tapınaktır. Tapınakta ayakta gördüğümüz sütunlar yoktu. Kazı çalışmalarında sağlam kalabilmiş sütunlardan çıkarılan kalıplarla yeni sütunlar dökülmüş ve böylece ayağa kaldırılmış. Sütunların üzerindeki firizlerin bir kısmı 1881’de Boston Müzesi’ne götürülmüş. Bir kısmı Louvre Müzesi’nde ve bazı parçalar da İstanbul Arkeoloji  Müzesi’nde. Kabartmalarda kahraman Herakles’le ilgili bir mitos anlatılıyor. Bulunan ikinci tapınak ise bir Bizans Bazilikası. (4. yy)

Tiyatro

Tiyatro

1985 Yılından beri çalışılan tiyatronun deprem gördüğü ve çöktüğü anlaşıldı. Devrilmiş duvarları yeni baştan örüldü. 4000 kişilik. Bir zamanlar taş ocağı gibi kullanılıp taşları götürülmüş. İki yanda tonozları varmış, tonozlardan biri yeni üretilen taşlarla ayağa kaldırıldı. Yeni yapılan sıralarla eksikler tamamlandı. Sahne binasının yanından giden 2000 yıllık bozulmamış bir cadde ortaya çıkarıldı.

Kaynak: www.canakkale.gov.tr

Limana oldukça dik ve virajlı bir yoldan indik. Buke’yi  bir otelin avlusuna bırakıp bu şirin beldeyi fotoğrafladık. Şansımıza çok güzel bir akşam güneşi vardı. Aslında güneşi yemek yerken batırma niyetindeydik ama lokantaların eleman sıkıntısı var. On beş dakika oturduktan sonra garson marson gelmeyince ben görevlinin birine haber verdim. Tamam dediler ama yine gelen giden olmadı. Biz de yemeği Çanakkale’de yemeye karar verdik.

Antik Limana inen yol
Didem @ Assos
Assos

Dönüşü Ayvacık üzerinden yaptık. Yaklaşık bir saat sonra otelin önündeydik. Akşam yemeği için hazırlanıp bu sefer fotoğraf makinemi de alarak kordona çıktık. Amacım akşam yemeğini Çanakkale’nin ünlü balık lokantası Yalova Restaurant’ta yemekti. Boğazda, Kilitbahir’e doğru balığınızı yiyebilirsiniz tabi yer ayırttıysanız. Biz yer ayırtmadığımız için daha manzarasız bir masada oturduk. Mezeler fena değildi, lüfer ise oldukça başarılıydı. Hatta son zamanlarda yediğim en güzel lüferdi. Fiyatlar İstanbul için normal, Çanakkale için ise pahalıydı.

Truva atı
Kilitbahir Kalesi

Yemek çıkışı ben fotoğraf çekerken Didem de sağ olsun bana yardımcı oldu. Yeri geldiğinde lensimi taşıdı, yeri geldiğinde bana fikir verdi. Hatta üç ayak olmayı bile teklif etti :). Güzel bir günü daha arkamızda bırakmıştık. Yarın dönüş yolunda olacağız.

29 Kasım Pazar

Bayramın üçüncü gününe de dün olduğu gibi Çanakkale’den günaydın dedik. Dün oteldeki kahvaltıyı beğenmediğimiz için aç karnına kordon yürüyüşümüze başladık. Hava dünkü kadar olmasa da güneşli. Ama uzakta kara kara bulutlar var. Zaten bu sabah İstanbul’u sel almış. Didem’e sürekli dikkatli gelin mesajları geliyor. Ulen beni niye kimse düşünmüyor?

3. gün rota: Çanakkale – Çan – Biga – Bandırma – Karacabey – Bursa – Yalova – Pendik – Erenköy

Kordonda biraz yürüyüp fotoğraf çektikten sonra küçük bir pastanede karnımızı doyurduk. Aslında sevmem kahvaltıda börek, çörek yemeyi ama otelimiz bizi bu kötü yola itti. Ah ah Berceste kahvaltıları, Şile yolu gözlemecileri neredesiniz?

Boğazın feribotları
Gazi Toplar

Kahvaltıdan sonra rotamızı şehrin meşhur çarşısına, Aynalı Çarşı’ya, çevirdik. İçinde biraz dolandık. Didem kendine güzel bir bere aldı. Çok da yakıştı.

Cumhuriyet Bulvarı
Aynalı Çarşı

AYNALI ÇARŞI 

1889  yılında  İkinci  Abdülhamid’in  padişahlığı  sırasında, Çanakkale’nin önde gelen Yahudi ailelerinden birinin üyesi  İlya Halyo tarafından inşa ettirilmiştir. Doğrulanamayan bir iddia ise çok daha önceleri yapıldığıdır. Evliya Çelebi’nin     Seyahatnamesinde Çarşı’dan söz edilmektedir. İlya Halyo ise sözkonusu çarşıyı onartmış ve kullanıma  açmış  olabilir.

Çarşı Mart 1915’de Gelibolu çıkartması sırasında bombardıman ve yangınlarla tahrip olmuş. 1918-1921 yıllarında  İngilizlerin Çanakkale’yi işgali sırasında, İngilizler atlarının barınacağı mekan olarak “Aynalı Çarşı’yı uygun görmüşler ve  “ahır” olarak kullanmışlardır.

1921’den sonra bir dönem, giriş kapısı dışında büyük ölçüde yıkık kalmış ve çarşı olarak kullanılmamıştır. Resmi  kayıtlarda bedesten arsası olarak yer almaktadır. Daha sonra arsaya 14 dükkan inşa edilmiştir.

1934’de Yahudilere yönelik saldırı ve yağma olayları sırasında kapının üzerinde yer alan kitabe sıvayla kapatılmış, 1967  yılında Sadi Fenercigil’in başkanlığı sırasında temizlenmiş ve bugünkü görünümü ortaya çıkmıştır. Aynı yıl kadastro  uygulaması yapılarak çarşının krokisi çizilmiştir.

Aynalı Çarşı “Aynalı” mı? (Sözcük  Kökeni): 

Çarşı içinde eskiden atlar için koşum ve süs eşyası yapan dükkanlar yer alıyordu. “Ayna” denilen “at gözlüklerinin”  çarşıda satılmasından dolayı bir tür benzetme olarak “Aynalı Çarşı” adının kullanılmakta olduğu sanılmaktadır. Bu  durumda bugün mevcut çarşının girişine yerleştirilen büyük boy aynalarının Çarşı’nın özgün yapısıyla ilgisi  bulunmamaktadır. 

Çanakkale içinde Aynalı Çarşı
 Ana ben gidiyom, düşmana karşı…” 

Türküyü ilk kez Çanakkale Savaşlarına katılan Kastamonulu bir askerin söylediği bilinmektedir. Buradan daha Birinci  Dünya Savaşı sırasında “Aynalı Çarşı” olarak anıldığı anlaşılabilir.

Kaynak: www.canakkale.bel.tr

Bayram çocukları

Aynalı Çarşı’dan çıktıktan sonra şuursuzca ara sokaklara daldık. Kendimizi şehrin varoşunda bulmuştuk. Evler de sokaklar da bakımsızdı. Derken bayramlıklarını giyip sokakta dolaşan bir çocuk ve arkadaşı yanıma geldi. “Ağabey bizim fotoğrafımızı çeker misin?” dedi. “Tabi çekerim de ne yapacaksın mail adresin var mı?” diye sordum; “Sen çek yeter” dedi. “Haydi biraz gül” dediysem de aynı ciddi ifadeyle pozunu verdi. Çekildikten sonra da fotoğrafı görmek istediler. İşte o zaman yüzü güldü. Ama kareyi ben değil Didem yakaladı. Aferin aferin, öğreneceksin sen bu işi.

Foto Didem
Kara kara bulutlar geliyor

Varoşlarda dolaşırken kaybolduk, sonra bir kestane arabası gördüm. Takıldık peşine. Tahmin ettiğim gibi bizi döne dolaştıra limana çıkardı. Hava kapatmaya başlamıştı. Kara kara bulutları görünce denizde taş kaydırmaya çalışan Didem’e dönüp “Haydi bakalım yolcu yolunda gerek, yağmura yakalanmadan yola çıkalım” dedim. Otele dönüp çıkış işlemlerini hallettik ve işte yine Buke’nin üzerindeyiz.

Didem yeni beresiyle manzaraya karşı
Taş sektirmek için uygun çakıl taşı arama işleri
Atikhisar Baraj Gölü

İlk hedefimiz daha önce hiç geçmediğim Çan. Yol oldukça manzaralıydı. Özellikle Çanakkale’den çıkarken iki yanı çınar ağacı olan dar asfalt yola bayıldım. İyi ki bu rotayı çizmişim. Şehirden çıktıktan sonra sağ tarafımızda Atikhisar Baraj Gölü’nü gördük. Tabi hemen bir fotoğraf molası verdik.

Sarıçay

Çan-Biga arası da yine manzaraya doyduğumuz yollardan biri oldu. Biga’dan Bandırma’ya kadarsa daha kalabalık bir yol bizi bekliyordu. Aslında vakit olsa Gönen yoluna sapacaktım. Küçükken anneannemle gitmiştim bu şirin kaplıca kasabasına. Akşamları ninemle kurbağa kovalamaya giderdim. O zamandan beri görmemiştim. Başka bir sefere artık.

Çan – Biga arası

Saat üçe doğru Aslı’nın memleketi Bandırma’ya ulaşmıştık. Bandırma benim çok sevdiğim şirin bir sahil kenti. Geçtiğimiz senelerde daha sık gelirdim. Selçuk ile zıpkına neyin giderdik. Sonra ben kendi parmağımı vurunca zıpkın işinden soğudum. 

Tarihi Bandırma Döner Kebapçısı

Şehrin meydanına gidip soluğu Tarihi Bandırma Dönercisi’nde aldık. Gelsin duble iskenderler. Ne yalan söyleyeyim yolda yenen yemeğin tadı başka oluyor. Kıyma döner olmasına rağmen çok güzeldi kebabımız.

Çok acıktım bakışı

İskenderleri hüpletip dörde doğru tekrar yola koyulduk. Buradan sonra bölünmüş yol olduğundan daha hızlı bir tempo ile yol alıyorduk. Amacım 17:45 Yalova-Pendik feribotuna yetişmekti. Bursa’ya doğru hava kararınca ben hızımı arttırdım. Saat beşi beş geçe Demirtaş civarındaydım. Geçen hafta yine bu saatlerde Alp ile feribot peşindeydik. Demek feribota yetişebileceğiz diye düşündüm ama trafik bayramdan olsa gerek daha kalabalıktı. Yine de feribotu yakaladım. Zaten biz bindik kapaklar kapandı. Eve geldiğimde takometre 1020km’yi gösteriyordu. Böylece güzel bir gezi daha Yol Hikayeleri’nde yerini almış oldu.

Dönüş feribotumuz