22 Kasım 2009
Bu hafta sis İstanbul’u esir alınca şöyle bir uzaklaşıp kendimi dağlara, tepelere vurmak istedim. Masmavi gökyüzünün altında Buke ile virajları arkamda bırakmak… Pazar günü Alp ile sahilde buluşup soluğu Yalova feribotunda aldık. Amacımız 2006 yılında gerçekleştirdiğim Uludağ’ın eteklerinde dolaşan rotayı yapmaktı ama bu kez tersten… İlgilenenler o geziyi buradan okuyabilirler.



Kahvaltıyı feribotta geçiştirip Bursa’ya doğru gaz açtık. Hava burada da sisliydi ama ben içerilere girdikçe sisin dağılacağını ümit ediyordum. Demirtaş civarında otobana girip Eskişehir yoluna döndük. Otoban sonrası sisin yavaş yavaş dağıldığını görünce keyfim katlandı. İşte mavi göğün altında bir yol bizi bekliyor. Her zaman huzur vermedi mi bu renk bana zaten. Evet benim rengim “Mavi”.


Oylat yoluna girdiğimizde tabiat da yol da güzelleşti, motorun ve motorcunun şanına layık hale geldi. Ne o öyle otoban, bölünmüş yollar, yakışır mı Buke’ye hiç? Ona dar ama manzaralı yollar, sert virajlar gerek. Bu arada kamyonun biri de kendini Buke sandı herhal ki virajı alamayıp yolun kenarına devrilmiş. Arkamızdan gelip bizi sollayan itfaiye aracıyla aynı anda olay yerine vardık. Jandarma henüz gelmiş, olay yerinin güvenliğini sağlamaya çalışıyordu. Umarım can kaybı olmamıştır.



Uludağ’ı karşımızda görünce bineklerimizi kenara çekip manzara ve fotoğraf molası verdik. Kısa bir aradan sonra tekrar atlarımıza binip Domaniç’e doğru yola koyulduk. Bol manzara, bol viraj, temiz hava, neredeyse sıfır trafik… Köylere girip çıkıyoruz, çocuklar uzaylı görmüş gibi bize bakıyorlar, bazıları el sallıyor…


Tunçbilek’e, nam-ı diğer enerji şehrine, giriyoruz. Santralin etkisinden mi bilinmez burada hava daha puslu. Gönül ister bütün enerjimizi temiz kaynaklardan sağlayalım, yaşlı Dünyamızı daha fazla yormayalım. Gerçi Dünyadan çok bu kendimiz ve çocuklarımız için önemli. Sonuçta Dünya üzerinden bir çok canlı türü geldi geçti. Doğa ana isterse bir ayar çeker biz de dinazorlar gibi tarihteki yerimizi alırız. Bundan 100.000 sene sonra da burada olacağımızın bir garantisi var mı?

Domaniç’ten sonra ufak bir yol karışıklığı yaşadık. Bir anda kendimizi Tavşanlı’da bulduk. Ben navigasyonu açtım. Sapağı 6km önce kaçırmışız. Tunçbilek’in içinde sağa dönecekmişiz. Tornistan yapıp yeniden Tunçbilek’e döndük. Ve işte Keles yolundayız. Yol kah yükseliyor kah alçalıyor, kah meyve ağaçlarının arasından, kah kara çam ormanlarının yanından geçiyor, değişmeyen tek şey keyifli virajlar.


Keles’e ulaşınca yanlışlıkla ilçenin içine de girdik. Eh Alp’e malzeme verdik ama burayı da görmüş olduk fena mı? Bir de az daha Buke’yi deviriyordum. Yokuşta yol soracağız diye ikinci viteste motoru kaldırmışım. Haliyle istop etti, edince de sağa doğru yattı. Ben can havliyle ayağımı yere koyup tuttum koca oğlanı.



Keles-Bursa arası yol biraz genişledi ve asfalt kalitesine bağlı olarak hızlandı. Artık Bursa’ya yaklaşıyorduk. Haliyle trafik de arttı. Manzara ise her daim şahane. Sol tarafımıza Nilüfer Çayını aldık. Nilüfer Barajını da arkamızda bırakıp Bursa’ya girdik.




Yalova yoluna girip Bursa Modern’in satış ofisinde Deniz ile buluştuk. Bursa Modern Sinpaş GYO’nun gerçekleştirdiği devasa bir konut projesi. Şöyle ki Bursa’nın en büyük konut projesi. Deniz de pazarlama müdürü. Sinpaş’ın bir çok projesinde ana tema olan “su” burada da kendini gösteriyor. Projenin göbeğinde 26000 metrekarelik kocaman bir yapay göl var. Henüz su tutmaya başlamamışlar. Deniz, bu reklam için seninle görüşeceğiz :).



Biraz hoş beşten sonra Deniz bizi iskenderciye götürdü. O kadar acıkmışız ki iskenderin masaya konması ile bitmesi bir oldu. Yemekten sonra tekrar Bursa Modern’in satış ofisi olarak kullanılan yapay göl kenarı yalısına döndük. Boş göle bakarken kahvelerimizi yudumladık :). Deniz de ehliyet işini hallettiğine göre bundan sonraki gezilere beraber çıkabiliriz. Buke küçük kardeşi olan F650GS ile yan yana kişnemekten büyük keyif alacaktır. Bir de Deniz kısrağına isim koyarsa süper olacak :).


Feribotun kalkmasına 45 dakika kala Bursa’dan ayrıldık. Hava karamış, serinlik çökmüştü. Ben kahvemi içerken içliğimi montuma takmıştım. Hiç üşümeden yüksek tempo ile feribota ulaştım. 450km sonunda eve varıp duşa girdiğimde, virajların ve manzaranın tadı hala damağımdaydı. Tabi bir de iskenderin…
