Ayvalık Dalış Gezisi

20-21 Haziran 2009

2007 Ramazan Bayramı’nda gittiğim Kızıldeniz seyahati, dalış serüvenimin tepe noktası olmuştu. O canlılığı, renk cümbüşünü gördükten sonra açıkçası Türkiye’de dalış yapmak bana elzem gelmiyordu. Bu yüzden de 2008 yılını hiç dalış yapmadan geçirdim.

Bu sene Alp ile gerçekleştirdiğim Cape Town seyahatimde de köpek balıklarımız gelmeyince, kafes dalışımız hüsran olmuştu. Birkaç gün önce Ahmet, Ayvalık’a dalışa gidiyoruz deyince dalış heyecanı yeniden içimi sardı. Bir an önce derin mavi ile kucaklaşmak istiyordum. Organizasyon da tam istediğim gibiydi: Süre kısa, mesafe yakın. Ayvalık, Yalova’dan yaklaşık 350km mesafede şirin bir tatil kasabası. Yalova diyorum çünkü benim için yol, feribottan inince başlıyor. Zaten yıllarca İstanbul Valisi’ne bağlı değil miydi Yalova Kaymakamı? :).

Ayvalık tam Midilli Adasının karşısına denk geliyor. Çevresinde dalıcılar için keşfedilmeyi bekleyen 24 tane irili ufaklı ada bulunmakta. Ayvalık, Türkiye’de, sadece bu bölgede bulunan kırmızı mercanlara da ev sahipliği yapmaktadır. Bu mercanların benim gibi amatör fotoğrafçılar için tek handikapı 30 metreden sonra görülmeleri. O derinliklerde ışık az olduğundan bendeki basit su altı kamerasıyla çekilen görüntüler vasatı aşamamakta. Bütün bu özellikleriyle Ayvalık gözde dalış mekanlarımızdan birisidir.

İstanbul – Ayvalık Güzergahımız

Cuma akşamı spor sonrası eve gelip dalış ekipmanlarımı toparladım. Bir seneyi aşkın süredir dalmadığım için her biri başka bir köşeden çıktı. Akşam erkenden yattım, zira saat 03:30’da Ahmet ve Özgür beni evden alacak ve yola koyulacaktık.

Saat üçte Hatice benim için Leona Lewis çalmaya başlayınca gözlerimi araladım. Uyku sersemi ne yapacağıma karar veremedim. Bir süre sonra Ayvalık için kalkmam gerektiğini idrak edebildim. Evden çıkmadan ağzıma bir tane Kinder süt dilimi attım. Bu aralar favori tatlım :). 

Sabaha karşı üç buçukta teker döndü. Eskihisar’dan feribota binip Topçulara’a geçtik. Yalova, Bursa derken Susurluk’ta kahvaltı molası verdik. Çorbamızı, ayranımızı içip, tostumuzu yedikten sonra tekrar yola koyulduk. Balıkesir’den sonra yol oldukça virajlı ve manzaralıydı. Arkadaşlar uyurken, ben Ipod’umdan yükselen melodiler eşliğinde virajları yutuyordum.

Susurluk
Meşhur ayran ve tost

Teknenin kalkmasına 15 dakika kala, dokuz çeyrek itibariyle, limana ulaştık. Bizim dalış teknesi hemen kendini belli etti. Kızıldeniz dahil, şimdiye kadar bindiğim en büyük dalış teknesiydi. 25-26 metre boyunda oldukça ferah bir tekne. Bir de üst katta güneşlenme minderleri olaydı tam olacaktı. Şansımıza fazla dalıcı da yoktu. Geniş geniş yayıldık tekneye. Gece az uyuduğumdan dalış saatine kadar dinlenmeye çekildim.

Dalış Teknemiz
Ayvalık İç Liman
Buddyler
Ayvalık Dalış Noktaları

İlk dalış noktamız olan İncirli Adası civarına, bir saat içinde ulaştık. Meteorolojide poyraz fırtınası görüp korkmuştuk fakat hava çok güzeldi. Deniz çok az kırçıllıydı ama teknemiz büyük olduğundan biz etkilenmiyorduk. Ekipmanı hazırlarken eldivenleri evde unuttuğumu gördüm. Neyse ki Ahmet hızır gibi yetişip yedek eldivenlerini bana tahsis etti.

ve dalışlar başlar…

Uykusuzluktan biraz başım ağrıyordu. Ama suya girip, ıslak elbisemin içine Kuzey Ege’nin serin, lacivert suları dolmaya başladığında baş ağrısı denize karışıp beni terk etti. İşte yine denizin kollarında derin maviye doğru yol alıyordum. Dalış, BC’min (seviye yeleği) hava kaçırması haricinde olaysız geçti. BC yüzünden yüzerlik ayarımı iyi yapamayınca biraz fazla hava tükettim. Zaten 1.5 senedir dalmıyordum ve yeniden dalmanın verdiği heyecan nedeniyle de hava tüketimimin artması normal karşılanmalı. Tabi Ahmet ve Özgür’ün nargile şakalarına da maruz kalmadım değil. Bilmeyenler için anlatayım: Dalış camiası nargile sözcüğünü, çok hava tüketenler için kullanır.

Böcek
Yumuşak Mercanlar
Kayı
Dalış sonu

İkinci dalışa kadar yemek yiyip, teknenin terasında kitap okuyup, müzik dinledim. Hatta biraz da şekerleme yaptım. Güneşe fazla çıkmamaya çalışıyordum. Üzerimde 30 faktör koruyucu krem olmasına rağmen yanıyordum. Zaten her şeyin fazlası zarar. Teknede gazete okurken bir haber dikkatimi çekti. Almanya’da her yıl 120 bin kişi cilt kanserine yakalanıyormuş. Sebep olarak solaryumlar gösterilmiş, hatta 18 yaşından küçüklerin solaryuma girmesinin yasaklanması düşünülüyormuş. Hayatımda solaryuma gitmedim, gitmem de. Güneşi de zaten kararında seviyorum. Ha yine rengim çabuk dönüyor ama o da Allah vergisi bir güzellik ne yapalım :).

İkinci dalış öncesi, Özgür BC’min deliğini buldu. “Sırtından kurşunu yemişsin” dedi. Delikten çıkan ses benden çok onu rahatsız etti. Zaten yüzeydeyken şişiriyorum şişiriyorum bir türlü çene seviyesinin üstüne çıkamıyorum. Millet göğsüne kadar çıkıyor ben bir de yukarda durmak için palet vurup enerji harcıyordum. Taktığım kilo da 6 kg bir şey. Herhalde kaslarım ağır geliyor ki BC’nin kaldırma kuvveti yetmiyor :). Malumunuz kaslar yağlardan daha ağırdır.

İlk dalış gibi yine maksimum 30 metreye indik. Bu sefer bir ahtapot gördük ki benim bu sularda gördüğüm en büyük ahtapottu sanırım. Biraz dürtünce saklandığı yerden çıkıp bizden kaçtı. Biraz mercan, biraz fotoğraf derken bu dalış da bir çırpıda bitiverdi.

Ahtapot
Ahtapot
Resif turları
Dalış sonrası mahmurluğu içindeki arkideşler
Sanat için soyunan Ahmet

Dalışları bitirip limana doğru yola koyulduk. Akşam güneşini üzerine alan Ayvalık, tüm şirinliğiyle fotoğraf için malzeme veriyordu. Kurt gibi acıkmıştık. 

Meşhur Sarımsaklı plajında yer alan otelimize gidip yerleştik. Duş ve yemek faslından sonra Sarımsaklı’da bir iki tur attık. Sonra ver elini Cunda. Bu şirin belde, Cumartesi olmasının da etkisiyle, cıvıl cıvıldı. Arabamızı zar zor park ettikten sonra kendimizi Cunda’nın tarihi sokaklarına attık.

Sarımsaklı
Sarımsaklı

Önce yörenin “meşhur” sakızlı dondurmasının tadına baktık sonra da yine “meşhur” ada lokmasından yedik. İdil, bu yazıyı okuyorsan lokmacı tam senin tipindi. 1980’lerden kalma çakma Rambo’yu görür görmez aklıma sen geldin :). Eskiden adeleli olduğu belli olan kollar biraz sarkmış ama sen antrenmanla şekle sokarsın artık. Tanımayanlar için söyleyeyim; İdil, benim üye olduğum Hillside Trio Spor Kulübünün sevimli spor eğitmeni. Tam bir Rambo hayranı. İlk duyduğumda ne yalan söyleyeyim çok gülmüştüm. Bana yaptırdığı karın hareketleri ile midemde kramplara sebep olasa da, kahvaltı ayarlayıp kendi sabah uyanmasa da (hatta uyandırmayalım diye telefonunun sesini kıssa da) o bizim şirin İdil’imiz.

Öndeki siyah atletli Cunda Rambosuna dikkat 🙂

Lokmadan sonra biraz daha sokaklarda turladık. Fakat hem dalışın yorgunluğu hem de uykusuzluk bir araya gelince otele gidip yattık. Ben gece 3 civarı gürültülere uyandım. Elimi yatağımın kenarında duran bisiklet gidonuna attım, ama o da ne gidon falan yok burada. Hırsızlar kapıyı mı zorluyor? Neredeyim ben? Ulen burası benim evim değil ki :). Nasıl bir uyku sersemliğiyse Ayvalık’ta bir otel odasında olduğumu anlamam epey bir vakit aldı. Ayağımı kaşıya kaşıya ışığı yakıp beni yiyen sineği öldürdüm. İyi ki Amerika Başkanı değilim yoksa hayvan hakları savunucularının hedefi olabilirdim. Çünkü Amerika basınına göre burada doğru olan sineği yakalayıp camdan dışarı atmak :).

Çevirebilen beri gelsin: Elevator is that 3 people.

21 Haziran

Sabah sekize on kala kendiliğimden uyandım. Tekne dokuz buçukta hareket edecekti. Zaten fazla bir eşyam yoktu. Havluydu mayoydu derken iki dakikada çantamı hazırlamıştım. Ahmet ve Özgür’ü de alıp kahvaltıya indim. Sonra oteli terk edip tekrar limana doğru yola koyulduk.

Tekne gecikmeli olarak saat onda hareket etti. Umarım geç kalmayız diye düşündüm. Dönüş için saat 22:45’e Yalova-Pendik feribotu için bilet almıştım. 

Günün ilk dalışı derine, mavi mercanlara, yapılacaktı. Aslında derin dalıştan hoşlanmıyorum. Hem derinde, ışık azaldığı için görüş düşüyor hem de deko yememek için dip, dolayısıyla da dalış süreniz, kısalıyor. Eğer batık uçak ya da gemi yoksa çok tercih ettiğim bir şey değil 30 metrenin altına inmek.

Teknenin zincirinden inip 39-40 metreye ulaştık ve mavi mercanları, ışığın müsade ettiği ölçüde gördük. Bunlar yumuşak tip mercan. Akıntıyla beraber bayrak gibi dalgalanıyorlar. Fotoğraf makinemi, su altı kabına güvenmediğim için yukarda bırakmıştım. O yüzden size bu mercanların fotoğraflarını gösteremiyorum. 22 dakika süren dalış sonrası güverteye çıkıp yemeğimi beklemeye başladım.

Özgür

Yemekten sonra Özgür ile animasyon çektik: Teknenin üst katından koşa koşa denize çivileme çakılma :). Bir süre havada süzülüyorsunuz ya o benim için büyük keyif. Mutlaka bir gün paraşütle serbest atlamak istiyorum. Onat, İsocan hani götürecektiniz beni paraşüte :). 

İkinci dalışı biz bize yaptık. Körfez Diving’in sahibi Kemal Ağabey bizi unutup dalışa gitmişti. Yine otuz metrelerde 35 dakika süren bir dalış yaptık. Bu arada merak edenler için söyleyeyim, suyun sıcaklığı yaptığımız dalışlarda 20-21 derece civarındaydı. Ben tek parça uzun elbiseyle hiç üşümedim. Tabi gönül ister su 25 derece olsun, kısa elbise giyelim, ama o da Bodrum dalışına artık.

Bu arada yine bir ahtapot gördük. İlk gördüğümüzden daha küçüktü ama bu da büyük sayılırdı. Ahmet hayvanı hafifçe dürttü. Hayvan korkup mürekkep ata ata önümüzden kaçtı. Kızıldeniz’de olsa kesin tur rehberinden fırçayı yemişti. Malum doğal hayata hiç bir şekilde müdahale etmememiz gerekiyor. Biz orada sadece seyirciyiz.

Ahtapot

Özgür ve ben dalışlarımızı bitirip dinlenmeye çekildik. Ahmet’inse askerliği çoktu. İki yıldız eğitmen olduğu için tekneye yardım amacıyla 4 kişiyi daldırdı. Son daldırdığı adam da problemliymiş. Suyun altında adam çırpınmış, hatta Ahmet’in regülatörünü neredeyse çıkarmış. Yüzeye çıkınca nefes alamadığını söylemiş. Tamamen psiklojik ve kilo fazlalığı. Kilo çok olunca vücut çabuk yoruluyor. İki palet vurunca adam tıkanmış. Panikleyince de bu istenmeyen durum meydana gelmiş.

Ahmet sudan çıktığında saat altıya geliyordu. Bizim feribot yalan olacaktı. Ayvalık ufukta ufacık görünüyordu ve bu büyük tekne de bir sal kadar yavaştı.

Ayvalık liman bölgesi

Tekne limana girdiğinde saat yediyi on geçiyordu. Tam üç buçuk saatimiz vardı Yalova’ya varmak için. Direksiyona Özgür geçti ve gaz pedalını tabana yasladı. Hızlı bir tempo ile yol almaya başladık. Balıkesir’i dokuz itibariyle arkamızda bırakmıştık. Tempomuzu koruyabilirsek feribota yetişecektik fakat Bursa’ya yetmiş kilometre kala  trafik birden durdu. Yol çalışması nedeniyle 20 dakika kaybedince feribota yetişme hayallerimiz de suya düştü. Şimdi işin yoksa Topçular’a git kuyrukta bekle.

Bursa çıkışı direksiyona ben geçtim. Yine yol çalışması, yine trafik… Hani 23:55 feribotuna bilet alsak ona bile yetişemiyecekmişiz. Bizimkiler hemen uyku pozisyonu aldılar. Ben yine kulağımda sevdiğim melodiler dur kalk yol alıyordum. Derken yol birden açıldı. Acaba 23:55 feribotunu zorlasam mı diye düşündüm. Ver gazı Kayı :). 23:45’te Yalova’daydım. Gişeden kredi kartımı geçirip kaçırdığımız feribotun biletlerini aldım. Şansımı denemeye kararlıydım. Yol çalışması nedeniyle bir çok kişinin feribotu kaçıracağını düşünüyordum. Bileti kontrol eden görevliye, feribotu kaçırdığımı bekleyip yer olursa feribota binmek istediğimi söyledim. O da bize bu işin gişeden yapılabileceğini söyledi. Bize bir yer gösterip orada beklememizi söyledi. Ben de Ahmet’i gişeye yolladım ama görevilinin dediği yerde beklemeyip kuyruğa dahil oldum. Çaktırmadan feribota binmiştik. Ahmet’i arayıp yanımıza çağırdık :). Feribot hareket ettiğinde 4 araçlık daha yer vardı. Kimsenin hakkını yememiş olamanın verdiği huzurla sandviçlerimi yedim :). 

Böylece sezonun ilk dalışını gerçekleştirmiş oldum. Darısı Bodrum’un başına :).